Kekemelikle İlgili Ne Yapmamalı?

Üç buçuk yaşındasınız. Anne babanızın gözbebeği, evinizin neşesisiniz. Dünyayı yeni yeni keşfederken sizin için o kadar çok bilinmezlik var ki; bırakın televizyonun içinde minik adamlar olmadığını bilmeyi, akşamların karanlık, gündüzlerin aydınlık olması bile garip geliyor size.

Her çocuk gibi sık sık hatalar yapıyor ve yaptıkça da öğreniyorsunuz. Başınızı ne kadar belaya sokarsanız sokun anne babanız sizi hoş görüp kurtarıyor. Kırdığınız oyuncaklar yenileniyor, düştüğünüz yerden kaldırılıp “Uf mu olduğunuz” soruluyor, her nevi öcüden korunuyorsunuz. Sizin bile bir şeye benzetemediğiniz karalamalarınızda sanatsal nüveler, en olmayacak sorularınızda felsefi yaklaşımlar, “zeka küplükleri” bulunuyor. Kısacası işler tıkırında, çünkü koşulsuz korunup kollanıyorsunuz.

Derken sabahlardan bir sabah uyanıp, tüm diğer sabahlar gibi annenize seslenmek istiyorsunuz. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler var; tam “Anne çiiiiş” diyecekken boğazınızda bir anlık zorlanma hissediyorsunuz, sesiniz bir anlığına çıkmıyor ve sonuç “A-A-A-Anne çiiiiş” oluyor. Bu işin burada biteceğini, her zamanki “sakarlıklarınızdan” biri olduğunu sanıyor ve pek de umursamıyorsunuz ancak yanılıyorsunuz! 

 

Günün ilerleyen saatlerinde bu zorlanmalar artarak devam ediyor. Nereden çıktı şimdi bunlar? Daha düne kadar her istediğinizi bir çırpıda söyleyiveriyordunuz. Şimdi dondurma oldu “do-do-do-dondurma", kapı oldu “ka-ka-kapı”! Başınıza gelenler bunlarla kalsa iyi; eskiden başınıza gelen her belada, her sakarlığınızda, ne zaman dara düşseniz yardımınıza koşan anneniz size yardım etmek bir yana, şimdi sadece yüzünüze üzgün üzgün bakmakla yetiniyor! Kendinizi ilk kez suçlu ve çaresiz hissediyorsunuz, kimse size yardım etmediğine göre, büyük bir hata yapmış olmalısınız! 

 

Şimdi beş yaşındasınız. Koskoca bir buçuk yıl nasıl da geçmiş! Olaylar öyle hızlı gelişmiş ki, işlerin nasıl bu noktaya vardığını zar zor hatırlıyorsunuz. O talihsiz sabahtan beri konuşmakta gittikçe daha çok zorlanmışsınız, önceleri sadece ilk heceleri tekrarlarken, bunun üstüne sesleri uzatarak söylemeler gelmiş. “A-a-anne" yerine “aaaaaaannne”, süt yerine “sssssssüt” demeye başlamışsınız. Daha sonra da uzun uzun tıkanmalar yaşamaya başlamışsınız; bazen bir sözcük ağzınızdan çıkana kadar üç beş saniye boğazınız düğümlenmiş halde kasılıp kalır olmuşsunuz.  

 

Tüm bunlar başlamadan önce her derdinize yetişen anneniz çaresiz yazıklanmaya devam etmiş önceleri ama neyse ki müttefikleriniz (konu-komşu, akrabalar, nineler) nazar boncukları, muskalar, kurşunlar ve bilimum mühimmatla imdadına yetişmiş annenizin. Bunlar işe yaramayınca onlar da annenizin assolistliğindeki “yazıklananlar korosuna” katılmış çaresiz. Derken babanız ipleri ele alıp size “neden böyle yaptığınızı” sormuş. “Ne istiyor muşsunuz?” “Asıl derdiniz neymiş?” “Neden düzgün konuşmuyor muşsunuz?”. Ah bu soruların cevabını bir bilseydiniz!  

 

Zaman geçtikçe üzerinizde daha agresif yöntemler denenmiş ve “neden kekelediğinize” dair teorilerin sayısı artmış. Rivayete göre kekelemeden konuşmanız için yapmanız gerekenler aşağı yukarı; heyecanlanmamak, tane tane konuşmak, sinirlenmemek, hecelemek, önceden derin nefes almak, önceden derin nefes vermek, içinden saymak, dışından saymak, eskisi gibi güzel konuşmak, şarkı söylemek imiş. Kekeme olmanızın belli başlı nedenleri de; nazar, şımarıklık, ilgi istemek, numara yapmak, nefesi yetmemek ve elbette “sinir var bu çocukta” imiş.  Tüm bu teşhis ve tedavi girişimleri durumunuzu iyiye götürmek yerine ağırlaştırınca da herkesin, hatta götürüldüğünüz doktorun dahi, üzerinde uzlaşmış göründüğü bir kehanet kalmıştır aklınızda: Okula gidince geçer!  

 

İşte beklenen zaman geldi! Bunca büyük insan yanılıyor olamaz ya, vardır bir kerameti şu okulun! Bu zamana değin kekemeliğinize bulabildiğiniz en iyi çözüm “suskunluk” oldu. Aslında bu durum zorunda kalmadıkça konuşmamak diye de açıklanabilir ki çoğu insanın bunu yapmasında fayda vardır. Ancak bazen konuşmak zorunda kalıyorsunuz ve o zaman büyüklerinizin kulağınıza küpe ettiği taktiklere başvuruyorsunuz. Sakinleşmek, heyecanlanmamak, sinirlenmemek için konuşmaya başlamadan önce derin derin nefesler alıyor ve hatta gözlerinizi sımsıkı yumuyorsunuz. Bazen içinizden, bazen dışınızdan elinizle ayağınızla sayı sayıp, ritim tutup konuşmaya çalışıyorsunuz. Tıkandığınızda ağzınızı sonuna kadar açıyorsunuz ki boğazınızda bir yerlere takılı kalmış o sözcük ağzınızdan çıkarken yolunu daha rahat bulsun. Dilinizi garip garip şekillere sokuyor, kah şaklatıyor kah geriye doğru katlıyorsunuz; kim bilir belki de o sözcükler boğazınızda değil de ağzınızın farklı bir yerinde takılı kalmıştır! Hiçbiri işe yaramıyor ama bunları yapmadan da duramıyorsunuz, çünkü bunlar artık kekemeliğinizin bir parçası olmuş. Neyse ki dertleriniz bitecek, çünkü artık okullu oldunuz! 

 

Daha ilk günden şansınız yaver gidiyor. Sınıf öğretmeniniz durumunuzu şıp diye kavrayıveriyor. O da büyüklerinizle hemfikir görünüyor: Okumayı öğrenince geçer. Şansınız burada bitmiyor, öğretmeniniz o kadar anlayışlı ki; sizi mümkün olduğunca tahtaya kaldırmıyor, parmak kaldırmamanızı umursamıyor, okuma sırası da zaten pek size gelmiyor. Okumayı “kekeme olmanızdan dolayı, doğal olarak” biraz geç öğrenecek olabilirsiniz ama ne gam! Zaten “kekeme olmanızdan dolayı” pek arkadaş da edinemiyorsunuz ama bunlar önemli değil. Siz nasıl olsa okumayı sökünce artık kekelemeyeceksiniz! 

 

İşte artık okumayı söktünüz! Ne yazık ki kekemeliğiniz sürüyor, oysa böyle olmaması gerekirdi! Öğretmeniniz dahil bu kadar insanı hayal kırıklığına uğrattınız! Biliyorsunuz ki büyükler bir konuda hemfikirse o doğrudur, zaten doğrunun tanımı da tam olarak budur. Bu durumda sorun sizden kaynaklanıyor olmalı! Sizde öyle bir eksiklik, öyle büyük bir kusur olmalı ki “okurken bile kekeliyorsunuz”. Zaten okulda da başarısızsınız, öğretmeninizin kusurunuzdan kaynaklı üzerinize gelmemesi, sizi hoş görmesi bile ders başarınızı yükseltmiyor. Birkaç kere sizi kenara çekip kekelemeden konuşmayı bile öğretmeye çalışmıştı ama nafile. Okulun rehberlik servisini ziyaretleriniz de sizdeki bu “heyecanı” alıp götüremedi bir türlü. Ah bir heyecanlanmasanız her şey çok güzel olacakmış ama... 

 

İlkokul bitti, ortaokul bitti, kekemelik bitmedi! Lisedesiniz, neyse ki hayatın başka mecralarındaki yetenekleriniz sayesinde sıkı bir arkadaş grubunuz da var artık. Kekeleseniz de sizi kabulleniyor ve arada bir “şakalaşmak” dışında kekeme olmanızı çok sorun etmiyorlar. Dersleriniz pek iyi değil ama yine de önünüzde seçenekler var. Bir şeyler daha değişti hayatınızda. Artık “isteyerek kekelemediğinizi”, bunun sizin “suçunuz” olmadığını anlıyorsunuz. Ailenizle bu konuda daha açık konuşabilmişsiniz ve aileniz de “yavaş yavaş” bu gerçeği kavrıyor. Artık “büyüklerin” her şeyi biliyor olamayacağını anlıyorsunuz. Tüm bunları anlamaya başlamanız sizde geçmişe yönelik bir öfke ve kekeme oluşunuza isyan yaratıyor. Ailenize göre bunda “ergen” olmanızın payı daha büyük. Bu gergin ortamı çözecek tek kişi var: psikiyatrist.  

 

Psikiyatristinize genel hissiyatınızı anlatıyorsunuz, kekeme olmanın size yaşattığı zorlukları, ailenizin bu duruma karşı geçmişte takındığı tavra karşı öfkenizi anlatıyorsunuz. Bazen kendinizi rahat hissettiğinizde, daha çok arkadaş grubunuz arasında, konuşmakta daha az zorlandığınızı, gergin hissettiğinizde kekemeliğinizin arttığını söylüyorsunuz. Geçmişten aklınızda yer etmiş ünlü sloganı da ekleştiriyorsunuz “Zaten heyecanlanmasam kekelemem”. Psikiyatristiniz size umduğunuz cevapları vermese de bir ilaç reçete ediyor ve takibe alıyor. İlacı düzenli olarak kullanmaya başladığınızda gerçekten kendinizi daha iyi hissediyorsunuz. Olaylar sizi daha az rahatsız ediyor. Annenizin söylediğinin aksine öyle ilaç bağımlısı falan da olmuyorsunuz! Yaşantılarınızı daha salim kafayla değerlendirebildiğiniz için rahatlıyor ve daha az kekeliyorsunuz. Yine de kekelemeye devam ediyorsunuz! Psikiyatristiniz “İlacı aldığımdan beri kekemeliğim düştü, dozu iki katına çıkarsak hepten biter mi?”, “Bu ilaç kekemeliğimi tedavi etmedi. Değiştirsek mi?” gibi soru ve taleplerinize doğal olarak olumlu yanıtlar vermiyor. Bir süre sonra da artık ilaç kullanmanız gerekmediğine karar verip ilacı kesiyor. Bir yandan daha iyi hissettiğiniz için psikiyatristinize minnettarsınız, bir yandan da (size bunu hiç vadetmese de) “kekemeliğinizi tedavi etmediği için” sitem ediyorsunuz. Psikiyatrist maceranız da burada bitiyor. 

 

Derken bir gün bir elektrik direğine yapıştırılmış şu ilana denk geliyorsunuz “14 Günde Kekemeliğe Son”. Bu kadar iddialı bir cümlenin A4 üzerine fotokopi ile elektrik direklerine yapıştırılmasını yadırgasanız da, aklınıza bu durumu açıklayabilecek komplo teorileri geliyor hemen, çünkü bunun gerçek olduğuna inanmak istiyorsunuz! Kim bilir, belki de bilim dünyası ve “batılılar” aslında kekemeliğin tedavisini, hapını bulmuştur fakat bizden saklıyorlardır. Zaten kanserin de aşısını bulmuşlar ama ilaç satmak için (Elbette Rockefeller ailesi de bu işin içindedir) saklıyorlarmış. Bu fotokopiyi buraya asan da bu komploları hayatı pahasına çürüten bir halk kahramanı, çılgın bilim adamı olabilir. Aksi taktirde “Para İade Garantili” olamazdı! 

 

Şimdi otuzunuzu devirdiniz. Bir mucize olmadığını, acı bir şekilde gördünüz. Zaten o günlerden sonra çare aramaktan da vazgeçip kekemeliğinizi kabullendiniz. Garip bir şekilde, bunu yapmanızla birlikte kekemeliğinizin şiddeti de azalmaya başladı. Evet liseden sonra polislik ve askeriye sınavlarına kekelediğiniz için giremediniz. Çok konuşmanızı gerektirecek mesleklerden de uzak durdunuz ama hayatın bunlarla sınırlı olmadığını anlayıp kriterlerinize uygun bir başka meslek edindiniz. Artık kekeliyor olmanız sizin kimliğinizin bir parçası ve olağan bir şey olsa da son aylarda kekemelik yeniden tüm ağırlığıyla hayatınıza girdi. Aklınıza gelmeyen başınıza geldi işte. Çocuğunuz da kekelemeye başladı. O eski suçluluk sardı sizi. Acaba çocuğunuz sizin konuşmanızı mı taklit ediyordu? Bu sizin suçunuz muydu? Çocuğunuz da mı sizin yaşadıklarınızı yaşamak zorunda kalacaktı? Ne yapmalıydı? 

 

Eşiniz ve aile eşrafı her ne kadar çocuğunuzun kekelediğini kabul etmeye yanaşmasa da bu kez geçmişteki hataları tekrarlamadınız ve en doğru kararı vererek bir dil ve konuşma terapistine danıştınız... 

Yazarın notu: 

Bu yazıda ana hatlarıyla “olmaması gerekenleri” özetlemeye çalıştım. Anlattıklarım, danışanlarımın sıklıkla başlarına gelmiş olayların derlenmesinden ibarettir. Çok daha trajedik ve bazen de komik yaşantıları, danışanlarımın mahremiyetlerini ihlal edeceği ve “her konuda uzman” olabileceğini düşünen bazı profesyonellerin alınmalarına yol açabileceği için aktarmak istemedim. 

 Bu noktadan sonra neler yaşanacağı da bu yazının konusu değil. Kekemelik için etkililiği bilimsel olarak kanıtlanmış ve halihazırda başvurduğumuz bilimsel yaklaşımlar, genel çerçevesi çizilmiş yöntemler söz konusu olsa da; nihayetinde her kekeme ayrı bir “bireydir” ve hazır reçetelere başvurmak çoğunlukla en iyi seçenek değildir.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Yorumlar: (0)