Hayatın Getirdikleri

Doğumumuzdan itibaren istesek de, istemesek de bir yolculuğa çıkarız sona doğru…Ancak bu yolculuğun nasıl geçeceği ve nasıl sonlanacağı konusunda herhangi bir fikri olan var mıdır? Her gün ölüme yaklaştığımızı yadsıyarak, var gücümüzle yola devam ederken, yol koşullarını pek de aklımıza getirmeyiz. Bu yol her zaman, güvenli, her zaman akıcı, her zaman keyifli olmaz. Bazen bir hedefimiz olur, o yöne ilerleriz, bazen de kuru yaprak misali, rüzgarın savurduğu yöne…Direksiyon bizdeyse, yolların hakimiyiz, ama bir yolcuysak, kaptan nereye götürürse…

Hayat denen yolculukta yol alırken, hep düz yolda ilerlemeyiz, bazen kaygan zemin, bazen keskin viraj, bazen rampa, bazen yokuş aşağı, bazen engebeli, yağmurlu çamurlu… Bazen de bir yol ayrımına gelir, nereye sapacağımıza karar veremeyiz. Yolda kaybolup varmak istediğimiz yere varamayınca bir bakarız ki, yol haritamız yanlış. Bazen ana yoldan çıkıp, bozuk yan yollarda patinaj yaparken motoru zorlarız. Derken yakıtımız tükenir, en yakın petrol istasyonunun arayışına gireriz. Akünün bitmesi, motorun çalışmaması ihtimalini hayal bile etmek istemeyiz. Ya kazalar? Yola çıkıp da kaza yapmama olasılığımız var mı? Biz ne kadar dikkatli olsak da kazaya karışmamayı ne kadar garanti verebiliriz? Kaza yapınca, ne hissediyor, ne düşünüyor, neler yapıyorsak, hayat yolculuğunda karıştığımız kazalara da benzer yanıtlar veririz. Pek çok şeyi hallettiğimiz gibi, bunun da üstesinden geliriz sanırız. Evet bazılarıyla başa çıkabiliriz, halledebiliriz ama, ya başa çıkamadıklarımız, altında ezildiğimiz yüklerimiz, görev haline gelen gönüllülüklerimiz, bir türlü hayır diyemediklerimiz…

Bazen başımıza öyle bir hal gelir ki kimselere söyleyemeyiz, söylemekten utanırız, kınanmaktan, dışlanmaktan, acınmaktan korkarız. Bazen hissettiklerimiz, düşündüklerimiz ya da yaptıklarımız, o kadar kabul edilmez şeyler olabilir ki, değil en yakın dostumuza, kendimize bile itiraf edemeyiz. Psikiyatriste gitmemekte direniriz, gidersek o dört harfli kelimenin yaftası üzerimize yapışacak diye korkarız, öyle korkarız ki, acı çekmek bize daha kolaymış gibi gelir.

Bazen çok mutsuz olur, hiçbir şeyden keyif almayız, içtiğimiz kahvenin, yediğimiz yemeğin tadına varamayız, her şey dert, her şey yüktür, yataktan çıkmak, saçımızı taramak bile işkence gibi gelir. Artık yaptıklarımızın da, yapacaklarımızın da bir anlamı kalmamıştır. Öylesine bir acı çöker içimize, yersiz, sebepsiz…

Kalbimiz sıkışır bazen, nefesimiz daralır, aklımız başımızdan gidecekmiş gibi olduğunda, kapalı yerler, dar geçitler, uçaklar, metrolar, kalabalıklar bize zindan olduğunda, bir başına kalamayan, bir başına hiçbir şey yapamayan bir zavallıya dönüştüğümüzü görüp, halimize acırız. Bazen bataklığın dibinde buluruz kendimizi, bizi oradan çekip kurtarmaya çalışanları da kendi batağımıza çekeriz istemeden…

İçimizde öyle büyük bir boşluk olur ki, fark edemediğimiz o boşluğu, tıkınırcasına yemek yiyerek, kendimizden geçene kadar alkol, sigara vs. içerek, limitlerimizi tüketene kadar alışveriş yaparak doldurmaya çalışırız ama, ne yapsak nafile…

Bazen hayaller, gerçeklerle karışır, olmayan şeyler, görmeye, olmayan sesler duymaya başlarız. Yoktur bizden başka gören, duyan. Bu bizi daha da yalnızlaştırır, yalnızlaştırdıkça korkutur, korkuttukça, öfkelendirir, öfkelendirdikçe, saldırganlaştırır. Kurguladığımız düşüncelere inanmaya, onların gereğince davranmaya başlarız. Tuhaf davranışlarımızla zor zamanlar yaşar, daha da içe kapanırız.

Bazen ilişkilerimizde tökezleriz, ya birine yapışırız, ya da ilişkiden kaçarız. Kıskanmayı da kıskanılmayı da marifet sayarız. Sürekli ilgi bekler, on dakika geç arandığımızda hayatı cehenneme çeviririz. Dedektif gibi iz sürerken, anın tadını çıkarmaktan bir o kadar uzaklaşırız. Öfkemize hakim olmayı başaramadığımızda haklıyken haksız duruma düşmek ne büyük acıdır…

An gelir, sevgimizle, sevdiğimizle sınanırız, bazen en sevdiğimizi kaybederiz, onsuz bir hayata tutunmakta zorlanırız. Nasıl ki, güzellikler, mutluluklar, başarılar bizim içinse, aynı şekilde felaketler, yenilgiler, hastalıklar, kayıplar da bizim içindir. Çoğu zaman çözüm üreten bizler, gün gelip her şeyin tükendiğini hissettiğimizde, bir tıkanma noktasına gediğimizde bir psikiyatriste başvurarak kendimiz adına en doğru adımı atmış oluruz. 

Psikiyatristiniz, kendi değerinizi anlamanıza, kendi sorununuzun farkına varmanıza rehberlik ederek, sorun çözme potansiyelinizin ortaya çıkmasına, eğer bir psikiyatrik bozukluğunuz varsa bunun tedavisini düzenleyerek, sizi kendinizle barışık, sosyal ve mesleki alanda işlevsel hale gelmenize yardımcı olacaktır.

Hep birlikte daha iyi ve daha güzel günlere…

Psikiyatrist Zehra Sacide Üstünsoy Çobanoğlu

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)