Parkinson Hastalığı Nedir?

Yazar Göksemin Demir • 5 Nisan 2024 • Yorumlar:

Günümüzde en sık görülen nörodejeneratif hastalıklardan birisi Parkinson hastalığıdır. Parkinson, yavaş ilerler , dopamin üreten beyin hücrelerinin kaybıyla seyreder ve halk arasında titrek felç olarak da bilinir. Çoğunlukla 40 - 70 yaşlarında ortaya çıkar ve erkeklerde görülme sıklığı kadınlara kıyasla daha fazladır. Nadir de olsa 20-40 yaşlarında ortaya çıktığında genetik köken veya ailesel yatkınlık söz konusu olabilir.

Beyinde “dopamin” üretiminden sorumlu olan sinir hücrelerinin zaman içinde kaybıyla titreme, yavaşlık ve katılık ortaya çıkar. Aynı zamanda, hastalığın diğer belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olan asetil kolin, noradrenalin, serotonin gibi çeşitli maddelerin üretiminden sorumlu sinir hücrelerinde de ilerleyici bir kayıp süreci vardır.

Parkinson’un Öncü Belirtisi Var mıdır?

Parkinson hastalığı belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Hatta ana belirtiler (titreme, hareket yavaşlığı ve eklem katılığı) başlamadan önce kabızlık, koku alamama, depresyon, anksiyete (kaygı), bilişsel bozukluk ve REM uyku davranış bozukluğu gibi belirtiler olabilir. Ancak çoğu zaman hareketle ilişkili belirtiler ortaya çıktıktan sonra doktorun sorması halinde bu öncü belirtilerin varlığı anlaşılır. Yani söz konusu belirtilerin olması Parkinson hastalığına spesifik ve duyarlı değildir.

Parkinson’un Belirtileri Nelerdir? Nasıl Başlar?

Hastaları doktora getiren ilk yakınma, elde istirahat halinde ortaya çıkan para sayar tarzda titremedir. Bazen ayakta pedala basar tarzda, çene ve dilde de titreme görülebilir. Bu titremeler başlangıçta elde ve/veya ayakta iken, zamanla kol ve bacağa da yayılım gösterebilir. Titreme duygusal iniş-çıkışlarla şiddetlenebilir. Ancak Parkinson hastalarının az da olsa bir bölümü, yaşadıkları rahatsızlık boyunca herhangi bir titreme şikayeti yaşamayabilir. Diğer yandan her titreme Parkinson hastalığı demek değildir. Titremenin çeşitli organik, psikolojik ve kalıtsal nedenlerini araştırmak gerekir.

Hastalığın erken evresinde görülebilecek diğer belirtiler arasında;

  • Yürürken kolların serbestçe sallanmaması

  • Mimik yapamamak

  • Bacakların ağır gelmesi

  • Vücut duruşunda eğrilik

  • El yazısının küçülmesi

  • Bir vücut yarısında katılık/ tutukluk

Kişiden kişiye değişkenlik göstermekle birlikte genellikle 3-7 yıl içinde hastalığın orta evresindeki belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Başlangıçta gömlek iliklemek, fermuarı takmak ya da anahtarı deliğine yerleştirmek gibi ince motor beceri ve koordinasyon gerektiren hareketlerde fark edilen zorlanma zaman içinde daha fark edilir hale gelir. 

Orta evredeki diğer belirtiler arasında;

  • Konuşmada değişiklikler  (yavaşlama, pepeleme, sesin kısılması)

  • Yürürken bir ayağın geriden gelmesi, adım aralığının kısalması, bazen de aniden donakalma (özellikle kalabalıkta, heyecanlanınca, dar yerlerden-kapı eşiklerinden geçerken)

  • Yutmada zorluk

  • Denge ve koordinasyon sorunları

  • Hareketlerin genel  olarak yavaşlaması

  • Yürümeye eşlik eden kol sallama hareketinde tek taraflı azalma,

  • Yürüme sırasında sanki arkadan itiliyormuş hissiyle öne doğru hızlanma,

  • Alçak yerden zor ayağa kalkma,

  • Yüz ifadesinde oluşan donukluk,

  • Bir elin diğerine göre daha yavaş hareket etmesi,

  • Yazı yazarken harflerin giderek küçülmesi,

  • Açıklanamayan omuz ağrıları.

Hastalığın ileri evresinde ise ilaçlara bağlı gelişen istenmeyen yan etkiler ve hareketle ilişkili belirtilerde günlük yaşamı zorlaştıran dalgalanmalar hastalık yönetiminin belli başlı konularıdır. Bu noktada boyun sırt ve kalçada duruş problemleri gelişebilir ve hasta yürümek için baston, yürüteç gibi araçlara ihtiyaç duyulabilir. Özellikle ilaç etkisinin geçtiği “off” dönemlerinde kişinin tek başına hareket etmesi mümkün olmayabilir ve bir başkasının yardımına ihtiyaç duyabilir. 

Hastalığın ilerlemesi ile bilişsel işlevlerde de azalma olur ve psikiyatrik belirtiler eşlik edebilir; hastanın yargılaması, algılaması ve duygu durumu ile ilgili bulgular hem hasta hem de hasta yakını için yaşamı zorlaştırır. 

Parkinson Nasıl Teşhis Edilir?

Parkinson hastalığında kesin tanı koydurucu bir biyomarker olmadığı için tanı öykü ve muayeneye dayanır. Hareket bozukluklarında deneyimli bir nöroloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekir. 

Bazı durumlarda ayırıcı tanı açısından DATSCAN, beyin MR görüntüleme ve kan tetkikleri yapılması gerekebilmektedir. Genç yaş başlangıçlı ve/veya ailevi özellik gösteren olgular başta olmak üzere, genetik inceleme öngörülebilir. Hastalığın tanısı ve takibi primer olarak nörolog tarafından yapılır, gerekli hallerde diğer disiplinlerle işbirliği yapılabilir.

Parkinson Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?

Parkinson, yavaş ilerleyici bir rahatsızlık olduğu için bulguların doğru teşhisi ve kişiye uygun tedavi sayesinde hastalar gündelik hayatlarına normal bir şekilde devam edebilirler. Parkinson hastalığı birlikte yaşanması gereken bir durumdur ve tedavi ömür boyu sürer. Bu nedenle uzun vadeli stratejik planlama yapmak hastanın ihtiyacı olan tedavi biçimini (ağızdan ilaç veya cihaz destekli) doğru zamanda uygulamak yaşam kalitesini belirler. 

Parkinson hastalığı tedavisinin 4 bileşeni vardır. Birinci basamakta ağızdan verilen ilaç tedavileri, ikinci basamakta ise cihaz destekli tedaviler yer alır. Tüm süreç boyunca fizik tedavi, yaşam tarzında düzenlemelere giderek uygun beslenme ve egzersiz programları uygulamak da tıbbi tedaviyi destekleyici  yaklaşımlardır. 

İlaç Tedavisi

Parkinson tedavisinde en kritik nokta, semptomların fark edilmesiyle nöroloji uzmanına başvurulmasıdır. Bu sayede tüm tedavi koşulları önceden değerlendirilebilir ve erken teşhis sayesinde hastanın yaşam kalitesinin artırılması mümkün olabilir.

Parkinson tedavisinde kullanılan ilaçlar, belirtileri kontrol altına alarak günlük yaşam kalitesinin artırmalarına yardımcı olabilir. İlaç seçimi hastaya ve hastalık belirtilerine özgün olarak düzenlenir. Burada amaçlanan, beyinde az seviyede bulunan dopamini yerine koyarak hareketle ilişkili işlevleri düzenlemektir.

Parkinson hastalığı tedavisi nöroloji doktoru tarafından yakın izlem gerektirir. Hastalığın seyrine göre ilaç düzeni güncellenmelidir. İlaçlar, takibi yapan doktora danışılmadan değiştirilmemeli ve hiçbir zaman aniden kesilmemelidir.

Cihaz Destekli Tedaviler

İnfüzyon Tedavileri

İleri evre Parkinson hastalığı tedavisinde kullanılan ve ağızdan ilaçların azaltılarak kesilmesini mümkün kılan iki farklı infüzyon tedavisi bulunmaktadır. 

  1. Apomorfin İnfüzyon tedavisi; Apomorfin, ağızdan alınan  ilaçlara bağlı motor dalgalanmalar ve diskinezi gelişen Parkinson hastalarını tedavi etmek için kullanılan, hızlı etkili, cilt altı enjeksiyon ya da devamlı infüzyon şeklinde uygulanan cihaz destekli bir tedavidir. Apomorfin, ilacın verilme hızının ve dozunun ayarlandığı bir pompa ve özel enjektör sistemi ile hazırlanıp küçük bir kelebek iğneyle karından cilt altına uygulanır.

Hastalar hekim gözetiminde kısa süreli hastaneye yatırılarak hemşire desteği ile enjeksiyon eğitimi verilerek uygun enjeksiyon dozu belirlenir. Bunun amacı ağızdan kullanılan ilaçları basamak basamak azaltarak kesmektir. 

Sadece gerektiğinde kurtarma dozu “rescue dose” şeklinde uygulanabilen ve insülin kalemine benzer şekilde üretilmiş Apomorfin kalemleri de mevcuttur. Gün içi 4-6 dan fazla enjeksiyon iğnesine ihtiyaç duyan hastalarda devamlı infüzyon pompasına geçilmektedir.

2. Levodopa/ Karbidopa İntestinal Jel İnfüzyon tedavisi;
Son yıllarda ülkemizde giderek yaygınlaşan bir diğer  alternatif de Levodopa/Karbidopa İntestinal Jel, diğer adı ile Duodopa olarak bilinen tedavidir. Bu tedavi, Parkinson Hastalığı tedavisinde altın standart olarak kabul edilen Levodopa’nın ince barsaktan sürekli infüzyon şeklinde uygulanan jel formudur. Ağızdan alınan ilacın jel formunda özel bir pompa vasıtası ile  ince barsaktan vücuda verilmesi temeline dayanır.  Bu sayede  levodopa’nın en iyi emildiği yere doğrudan verilerek, beyne hızla ulaşmasına ve beyinde dopamine dönüşerek etkinlik göstermesine olanak sağlamaktadır. Duodopa pompasının önceden programlanabilir olması, her hastanın ihtiyacına göre günlük levodopa dozunun bireyselleştirilmesini, hatta gerektiğinde hastanın gereksinimine göre tedavi dozunun yeniden ayarlanabilmesini mümkün kılmaktadır. Böylece hastanın günlük levodopa ihtiyacı sürekli ve sabit dozlar halinde uygulanarak, ilacın kan düzeyindeki dalgalanmalar minimale indirgenmekte ve bu sayede istenmeyen etkiler de anlamlı ölçüde azalmaktadır.

Plastik kasetler halinde kullanıma sunulan jel formundaki ilaç geçici test periyodu ve kalıcı tedavi periyodu olmak üzere 2 aşamalı olarak uygulanmaktadır;

Test periyodunda amaç, hastanın ilaca yanıt verip vermediğinin saptanması ve o hasta için uygulanması gereken en uygun dozun tespit edilerek pompanın bu doza göre programlanmasıdır. Bu periyodda, genellikle bir gastroenteroloji veya nöroloji uzmanı tarafından hastanın burnundan ince barsağının jejunum adı verilen bölümüne nazojejunal tüp adı verilen bir tüp yerleştirilerek, bu tüpün burun hizasındaki ucuna pompa takılmaktadır. Yaklaşık 3-5 gün kadar süren bu periyod olumlu sonuçlanır ise, kalıcı tedavi aşamasına geçilmektedir. 

Kalıcı tedavi periyodunda, yine bir gastroenteroloji veya genel cerrahi uzmanı tarafından, perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) adı verilen bir yöntem ile mideye kateter adı verilen kalıcı bir sistemle ve mideden ince barsağın jejunum parçasına bir uzatma tüpü iletilmektedir. Daha sonra kateterin ucuna pompa takılarak ilaç dozunun son ayarları yapılmaktadır. Tüm bu işlemler hasta hastaneye yatırılmak suretiyle uygulanmaktadır.

Yapılan birçok çalışmada motor dalgalanmaları ve hayat kalitesini iyileştirmesi yönünden Duodopa’nın oral tedavilere göre daha etkili olduğu belirlenmiştir. Özellikle ilaç tedavisi ile motor dalgalanmaları ve istemsiz hareketleri izlenen, ilaca cevap yetersizliği nedeni ile titremesi ve/veya tutukluğu olan, zaman içinde ilaca cevabı azalan, ağızdan ilaç kullanımını tolere edemeyen hastalarda Duodopa tedavisi önemli bir seçenektir.

Pompa tedavisi sayesinde ilaçlar vücuda ve beyne daha kesintisiz olarak iletilir ve hastalık belirtileri daha iyi kontrol altında tutulur. Bu tedavi gün boyunca pek çok kez ağızdan ilaç alma zorunluluğunu da ortadan kaldırır.

Cerrahi Tedavi ve Beyin Pili Uygulaması

Parkinson hastalarında ilaç tedavisine ek olarak beyin pili tedavisi de kullanılabilmektedir. Beyin pili uygulamasında, beynin derin cevherinde yer alan hareketin kontrolü ile ilişkili bölgelere elektrotlar yerleştirilir. Elektrotlar, göğüs altına konulan bir pille bağlanır ve bu pil nörolog tarafından programlanarak hastanın beynine elektrik sinyalleri gönderir. Gönderilen elektrik sinyalleri hareketle ilişkili beyin bölgelerinin işlevini düzenler.

Parkinson hastaları, cerrahi tedavi için öncelikle nöroloji, psikiyatri ve beyin cerrahı uzmanları tarafından ayrıntılı biçimde çeşitli testlerle değerlendirilir. Yapılan tetkikler sonucunda hastaların tedaviye uygunluğu ölçülür.

Beyin pili doğru seçilmiş hastalarda özellikle titreme, hareket yavaşlığı ve eklem katılığı (rigidite) belirtileri üzerine etkilidir. Daha az oranda yürümeye de olumlu etkileri olmaktadır.

İlaçlardan yan etkiler nedeniyle yeterli yarar görülmediği takdirde, özellikle bazı belirtiler için ameliyatlar önerilir. Cerrahi girişim uygulanacak hastanın nispeten erken yaşlarda olması, hastalık tanısı konduktan sonra 5 yılını doldurmuş olması, beyin manyetik rezonans (MR) görüntüleme incelemelerinin normal bulunması, unutkanlığın ya da yıllarca antipsikotik ilaçlar kullanmayı gerektiren psikiyatrik hastalıkların olmaması gerekmektedir. Diğer yandan, ilaçları uygun dozda aldığı halde belirgin bir iyilik göremeyen, tanısı Parkinson-artı sendrom olan, hastalık başladıktan sonra ilk üç yıl içinde ağır denge kusurları başlamış, göz küresi hareketlerinin kaybolduğu hastalar cerrahiye aday olamazlar.

Ameliyat kararı daima bir nörolog, bir psikiyatrist, bir psikolog ve bir beyin cerrahından oluşan bir kurul tarafından verilir ve hasta konusunda deneyimli olan beyin cerrahına sevk edilir. Cerrahi tedaviler, Parkinson hastalığının ileri evrelerinde ortaya çıkan konuşmanın anlaşılmaz olmasını, ses kısıklığını, yutma zorluğunu, denge bozukluklarını ve düşmeleri ortadan kaldırmaz.

Fizik Tedavi Uygulamaları

Tüm tedavi türlerine ek olarak hekim, hastaya Parkinson egzersizleri önerebilir. Bunlar fizik tedavi uygulamaları ya da kişinin evde kendi başına uygulayabileceği egzersiz türleri olabilir. Hastalığın erken dönemlerinde hastaların hareket kısıtlaması belirgin olmadığı için fizyoterapist tarafından hazırlanmış Parkinson egzersizleri rahat yapabilirler. Egzersizler temelde kas sertliğini azaltmak ve hareketliliği arttırmak için planlanır. Aynı zamanda hastanın özgüvenini yüksek tutmaya da yardımcıdır.   

Dayanıklılık sağlayan, güçlendirici, esneklik sağlayan, dengeye yönelik egzersiz programları esas tedavinin bir parçasıdır. Özellikle hastalığın vücudu öne eğici, kolları ve eli içe bükücü karakteri göz önünde bulundurularak, duruşu dikleştiren ve uzuvları açan egzersizlere ağırlık verilmelidir.

Hastalığın ileri evrelerinde kısıtlılıkları arttıkça fizyoterapist tarafından yeni egzersiz programı hazırlanabilir. Amaç hastalığın ilerleyen evrelerinde de hastayı aktif tutabilmektir. Başlıca egzersizler; düğme ilikleme ve açma, yataktan kalkma ve yatma, giyinme, mimik hareketleridir.

Hastalığın ileri evrelerinde kısıtlılıkları arttıkça fizyoterapist tarafından yeni egzersiz programı hazırlanabilir. Amaç hastalığın ilerleyen evrelerinde de hastayı aktif tutabilmektir. Başlıca egzersizler; düğme ilikleme ve açma, yataktan kalkma ve yatma, giyinme, mimik hareketleridir. Konuşması etkilenen hastalara dil terapisi gibi ek tedavi uygulamaları önerilebilir.

Parkinson Hastalığı Hayati Tehlike Taşır mı?

Parkinson hastalığı hayati tehlike taşıyan bir hastalık olarak nitelendirilemez. Tedavi sürecinde hastanın farklı komplikasyonlar göstermesi, zaman içerisinde hareket etme güçlüğünün artması ve yaşam fonksiyonlarını gerçekleştirmek için yardıma ihtiyaç duyacak seviyeye gelmesi oluşabilecek ihtimaller arasındadır.

Parkinson Hastalığı Genetik midir?

Hastalığın ortaya çıkışında genetik ve çevresel faktörler genellikle bir arada rol almaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda, Parkinson hastalığına neden olabilecek genetik değişiklikler tüm olguların %5-10 kadarında bulunur. Ancak hastalık oluşturma riskini artıran genetik değişiklikler daha sık görülmektedir.

Hastalıkla ilişkilendirilmiş çevresel faktörler arasında, özellikle herbisit, pestisit gibi kimyasal maddelere maruziyet yer almaktadır.

Parkinson Hastaları Nasıl Beslenmelidir?

Parkinson hastalarında kabızlık, hastalık başlangıcından itibaren yaşam kalitesini etkileyen önemli bir sorun olarak bildirilmektedir. Düzenli egzersiz, bol sıvı tüketimi, lifli gıdalardan zengin beslenme gibi hayat tarzı düzenlemeleri bu konuda yardımcı olabilir.

Levodopa içeren ilaç kullanan hastalarda, dopamin fazlalığına bağlı yan etkilerin ortaya çıkma riski nedeniyle eş zamanlı bakla yememeleri gerekmektedir.

Diğer Parkinsonizm Nedenleri

Parkinsonizm sözcüğü belli bir hastalıktan çok, değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan bir dizi belirtiyle tanınan birçok hastalığı çağrıştırır. Bu hastalarda da vücut hareketlerinin yavaşlığı, dinlenme halindeyken uzuvların titremesi, kasların sertliği, öne eğik duruş şekli, küçük adımlarla ve ayaklarını sürüyerek yürüme, hızlı ve monoton konuşma, dengeyi koruyamama gibi Parkinson hastalığının ileri dönemlerinde  görülen belirtiler ön planda dikkati çeker. Bu hastalıkların nedenleri farklı olduğu için, hastalar, uygulanan Parkinson tedavilerine yanıtsız olabilmektedir. Kimi hasta tedaviye erken dönemde kısmen yanıt verirken, kimi de hızlı bir seyirle ağırlaşabilmektedir. Bu nedenle parkinsonizmli bir hasta görüldüğünde esas nedenin araştırılması ve kesin tanı konulması önemlidir. Çünkü Parkinson hastalığı belirtilerinin yanı sıra, beynin başka bölümlerinin de etkilenmesi sonucu genellikle çok sayıda ek belirti bulunmaktadır.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)