Lohusalık Döneminde Depresyon (POSTPARTUM DEPRESYON)

Yazar Serhat Özmen • 14 Eylül 2023 • Yorumlar:

Lohusalık Depresyonu çok sinsi bir rahatsızlıktır, sadece kişi değil, o çevrenin belirlenmesiyle yani konteksiyle çok ilgilidir. Bu depresyon türü kişiye özgü tarifleri kadar dönemine, çevresine, ailesine veya beklentilere göre de gerçekleşir. Erkek çocuğu beklentisi yükselen ailede bazen kadınlar bunu veremediklerini düşünüp depresyona girebiliyorlar.

Gebelik, hayata can veren ve türün devamını sağlayan bir unsurdur. Bu dönemlerde lohusalık depresyonu geliştiğinden uzmaların çoğu salt bir depresyon gözlemiyle hareket eder. Halbuki çoğunun içeriğinde travmatik yaşantılar da mevcuttur. Bazen buna amnezi, dissosiyasyonlar ve hafıza oyunları da eşlik edebiliyor.

Lohusalık dönemi öncesi ve sonrası çatışmaların şiddetlendiği ve anneye bireysel olarak sıçradığı özel bir dönemdir. Aile sistemi içerisinde var olan sorunlar, çatışmalar, yaslar uyuşmazlıklar bu dönemde yeni bir bireyin eve katılımı gün yüzüne çıkar. Çocuk artık sorunun içine doğmuştur. Örn: Eşin annesiyle olan uyuşmazlık doğumun olacağı gün şiddetlenebilir.

Öncesinde bazı problemleri tanımlamanız gerekmektedir:

1-) Evlilikten önceki bireysel sorunlar

2-) Evlilik içi sorunlar

3) Aile Öyküsü

4) Genel ailenin gebe olan eşe yaklaşımı

5-) Hamile olan eşin yapısal durumu, yaşadıkları

4-) Hamile eşin duyguları belli edip etmemesi

5-) Evlilik, düğün, tanışma arefelerinde oluşan krizler

Bunların çoğu gebelik dönemindeki eşe baskı yapar. Bir yanda karnında bir yanda beynindeki ağırlıklarla beraber , anlaşmazlık havuzunda bir başına çaresiz bırakılan eşler zaman içerisinde travmatik tartışmaların içinde kıymık gibi kalır.

Peşi sıra yorgunluk, fiziksel ihtiyaçlar, halsizlik vb. durumlarda sürecin zaten ağır tablosu 

azmış gibi sinsice yer alır.

Doğum sırasında Travmalar:

Kadınların birçoğu doğumdaki korkuları ve efsaneleri dinleyerek büyümektedir. Eski nesilden bir çok kadın çocuk doğururken ya vefat etmiş ya da hastalanmıştır, gelişmiş doğum şekilleri olsada ortak hafızaya kayıt olan bu bilgiler kadının doğuma yaklaşımını kaygılı bir seviyeye çıkmaktadır. 

En büyük anlardan biri olan doğum, farklı şekillerde de yapılmaktadır. Normal doğum hala en popüler yöntem olsa bile; epiyozlu doğum, forseps , vakumla doğum, sezeryan doğum gibi çeşitli yöntemlerde aslında korkuların bir sonucu olarak tıp literatüründe yerini almıştır.

Doğum sırasında komplikasyonlarında yapılan sert müdahaleler, aşırı kanamalar, tıbbı ekibin sert yaklaşımı, öngörülmez acil müdahale yöntemleri ve sonrasında yaşananlar birçok kadında derin stresler bırakmaktadır.

Bebeği taşıyan kişi sanki tüm yükünü çekmek zorundaymış gibi yaklaşımlarından dolayı, doğumdan hemen sonra tüm ilgi çocuğa kayabilir. Bu da kadının kendisini bir araç gibi görmesine yol açmaktadır. Kadınların zihni sürekli eşinin desteğindeyken, eşlerin yaptığı bilinçsiz geri dönüşler veya kendilerini anlamamaları da kadın için yaralayıcıdır.

Genetik olarak doğuma, doğurmaya ve büyütmeye daha çok programlı olduğunu düşündüğümüz kadınların , tüm güçlüklerinde destekçi aramaları, türümüzü de aşan bir ihtiyaçtır. 

Doğumdan hemen sonraki yaklaşımlar gebenin psikolojik halini de belirler. Gebelikten hemen sonra yaşananlar, kadına karşı ufak ihmaller veya özensiz bakımlar ciddi ruhsal etkilere yol açmaktadır. Genelde bir önceki kuşaktan destek alma eğilimi gösteren çiftlerin ailelerinin anlaşmazlıkları, rekabeti, yardım etmemeleri gebelik sonrası psikolojiyi olumsuz etkiler.  Örn: Ailede ki desteğin bir anlığına azalması veya verilen sözlerin yerine getirilmemesi.

Birçok gebe doğum öncesi ve sonrası (lohusalıkta dahil) geçmişe yönelik kontrol dışı hesaplaşmalarla da uğraşır. Hesaplaşmaların boyutları gebe için ‘sanki nefes alamıyormuş, kurtulamayacakmış gibi, hayataın yaşanmaya değer olmadığına dair’ bir histe kalınıyor.

Bu noktada pozisyonlar yani aile içi ilişkilerin dağılımı, devinimi ve kıvranımı gebelik sürecinin nasıl geçeceğini belirleyebilmektedir.

Gebelik sürecinde gözden kaçırılan unsurlardan bir tanesi de babanın örtük, maskeli ,kapalı depresiflikleri, korku ve kaygılarıdır. Gebe eş, bu durumu senkronize hissettiği için zaman zaman çocuğun güçsüz bir duruma doğacağıyla ilgili de korkabilir. Babanın geride gücü oranında desteği, var olan durumun hasarsız geçmesine daha çok yardımcı olur. 

Gebelikten itibaren kadındaki isteksizlik, durgunluk, hayattan keyif alamama, enerji yitirmesi, dış dünyaya odaklanamama, bebek veya kendisine bakımda zorluk, bebeğe aşırı yapışma, etrafa düşmanlaşmaya extra olarak hırçınlaşmak , etrafa köpürmek, güvensizlik , aşırı korku ve kaygı da depresyon + aile içi sorunlar; depresyon travma gibi sınıflandırılması daha makul olmaktadır.

Hiç bir gebe ben depresyondayım ve tanım teşhisim bu diyemez:

Kırılıyorum, güvenemiyorum, korkuyorum, öfkeliyim demesi bile iyiyken dahi bunu ifade etme şansını az bulan kişiler olmaktadır. 

Bunun yerine, uyku sorunları, yemek sorunları , öz bakımında zorluk, bebekle mesafenin ayarlanamaması, tatsızlık çıkarmak, eşe karşı öfke, eşe ve eşin ailesine isyan boyutunun artması da , aile içi sorunları taşımakta  bu da tablonun başka yönleridir.  Bu öfke bazen gebenin kendi ailesine de olabiliyor. 

Aşırı ağlamak, duygularına hakim olamamak, bebeği susturma-uyutma zorlukları,destek alamadığını  düşünmek , yalnızlık, aşırı öfke sinir vb. reaksiyonlar da zincirleme olarak devam eder. Bunlar acının haykırışları da değil de nedir? 

Bu dönemlerdeki sert hava bazen erkek eşin uzaklaşmasına, o dönemi sindirememesine, evden kopmasına olanak sağlayabilimektedir. Bu da ikinci bir gözlem olarak akılda tutulmalıdır.

Bu konular uzun sürerse eğer aile içinde ciddi çekişmelere, bölünmelere ve ayrılıklara bile yol açabilir. Gebenin görünmeyen yarası, görünmeyen hüznü artık eskisi gibi olamayışıyla karıştırılırken, aile boyu uzun süreli tatsızlık dönemleri de başlar. Eş, aile ve diğer sistemlerde bundan etkilenir. Damla ile başlayan süreç, göle döner.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)