Depresyon

Yazar Gülseren Batumlu CanPsikolog • 1 Nisan 2022 • Yorumlar:

Depresyon Tanımları

Depresyon düşünce, konuşma, devinim ve fizyolojik fonksiyonlarda yavaşlama, durağanlaşma ve tüm bunların yanında değersizlik, küçülmüşlük, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık duygu ve düşünceleriyle kendini gösteren bir sendrom olmakla birlikte, aynı zamanda kişide çökük duygu durumla birlikte görülen çok üzülme ve zaman zaman da kişinin bunalma durumudur (Türkçapar, 2009).

Depresyon birçok ruhsal ya da ruhsal olmayan rahatsızlıkta görülebilmektedir. Depresyonda olan birey, sıkılıkla uykuda problem yaşamaktadır. Birey, uykuya dalma konusunda zorluk yaşar, uykuya daldığı durumlarda bile uykuları bölünür ve bu bölünmüş uyku hali bireyin rahatsız olmasına sebep olur. Bazen de bireyler gerekenden fazla uyuma durumu yaşayabilirler.  Bu kişiler yemek yemek için iştahları olmaması sebebi ile kişinin sürekli kilo kaybı söz konusudur. Yine bu halin tam tersi olan durum da, kişinin çok aşırı yemek tüketiyor olması durumudur, bunun sonucunda da kişi çok fazla kilo alabilir (Türkçapar, 2009).

Majör Depresyona Bilişsel Davranışçı Yaklaşım

Bilişsel davranış terapisi, depresyonun iyileştirilmesinde hislerin ve davranışların bilişsel süreçlerin durduğu alana önem vermektedir. Bir kişinin ilgili vakayı nasıl değerlendirdiğini ve tanımladığını, kişinin bir duruma karşılık gösterdiği duygusal ve fiziksel geribildirimleri önem taşır. Bilişsel terapi bireyin en yaygın değer şekilleri ve şemaları tarafından düzenlendiğini oraya koyar ve psikolojinin bozulmasının da çok sayıda belirleyicinin alakası olarak kabul görmektedir. Kişilerin kavrama geçmişlerine göre belirli kaygı yaratıcılarına karşı göstermiş oldukları tepkiler bu duruma eklenebilirken, aynı zamanda kişilerin kalıtsal bir yatkınlığının olma ihtimali de söz konudur.

Normal hissel tepkiler de psikopatolojik hissel imgeler gibi gelişmelere karşı daha yoğun ve ısrarlı bir tarzda gündeme gelmektedir. Örnek olarak, depresyondaki kişide keyifsiz ve ilgi alakasını kaybetmiş olma durumu yaygın olarak görülür. Kognitif organizasyonun muhtevasına göre psikopatolojinin davranışsal sonuçları değişmektedir (Corsini Wedding, 1989: 290-291).

Beck’in bilişsel modeline göre, Bilişsel davranışçı terapinin bilişsel ayağını oluşturan depresyonun, kişinin yaşadıklarını inatçı ve karamsar bir şekilde değerlendirmesinden kaynaklı olduğu dikkat çeker. Bu hataları yorumlamak karamsar kognitif üçlü sisteminin meydana gelmesini sağlar. Bu sistemde kişinin, yaşamakta olduğu dünya ve gelecek zamanlarda yaşayacakları hakkında olumsuz düşünme sistemini içermektedir. Eğer kişi bu olumsuz ve karamsar düşünceleri sık sık hatırlıyorsa negatif duygulanım hisseder (Kramer, 2009).

Kişinin ilk çocukluk dönemlerinde yaşamış olduğu olumsuz durumlar, kişinin olumsuz tema oluşturmasını ve bu şemaların ilerleyen günlerde yaşanan olumsuz yaşam deneyimi ile canlanarak kendini net bir şekilde göstermesi depresyonun meydana gelmesinde etkilidir. Kişinin düşünce biçimi, bilişsel çarpıtma sistemi normale döndükçe olumsuz hisler depresif göstergeler göstermeye başlar (Kramer, 2009).

Davranışçı terapinin davranışçı ayağını içeren bölümde ise depresyonu bir çeşit öğrenmeler ile ilişkilendirerek yorumlamaktadır. Bilişsel davranışçı terapi ekolünün bilişsel ayağına göre birey bir yaşantı geçirdiğinde bu hal öğrenmeye ortam hazırlar şeklinde bakılır. Öyle ki kişi geçirdiği yaşantı ile hatalı sonucu eşleştirmiş olursa, yanlış bir öğrenme meydana gelir ve farklı bir sonuca ulaşır (Kramer, 2009).

Konuyu daha da ayrıntılı incelemek gerekirse Davranışçı yönelime göre kişi daha önce öğrendiği bir çaresizlik durumu ile karşı karşıya kalırsa bu hal majör depresyonun meydana gelmesi ile sonuçlanmaktadır (Maier, 1984). Yaşanan bu çaresizlik durumu insanlarda gözlendiği gibi aynı zamanda hayvanlarda da gözlemlenebilmektedir. Kişi kendi çabası ile ulaşamazsa bu hal imkânsıza yakın bir halmiş gibi görülmeye ve o şekilde hissedilmeye başlar ve nihayetinde bu durum kendini gerçekleştirir. Bu durum da davranışçı ayağın majör depresyonu açıklama şekillerinden bir tanesidir (Kramer, 2009). Bu zaman zarfı içinde birey iştah kaybı, karamsar düşünce gibi depresif semptomlar sergilemeye başlar ve bakıldığında bu hal hayvanlar ile gerçekleşen öğrenilmiş bir çaresizlik gözlemlerindeki hareketleriyle oldukça benzerlik gösterir (Willner, 1990).

Majör Depresyona Psikanalitik Yaklaşım 

Psikanalitik Ekolde, sevgi gösterilen nesnenin kaybedilmesi halinde ve devamında, bireyin benlik saygısı ve özgüveninde gerçekleşen düşüş; suçluluk, mutsuzluk, kıymetsizlik algılarında artma durumunda Majör Depresyon olduğu söylenebilir (Berry, 2000).

Psikanalitik Yaklaşım depresyonu çocuklukta Oral ya da Geç Anal Dönem bir takılma olmasından kaynaklandığını göstermektedir (Öztürk, Uluşahin, 2016).

Depresyondaki birey yaşamış olduğu bir yıkımın ardından bir takım ruhsal sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır. Bu noktada bahsedilen ruhsal sorunlar ile yaşamayı sürdürmeyi katlanılabilir hale getirmek için de savunma mekanizmaları ortaya çıkmaktadır. (Alper, 2002).

Bireyin depresyonda olduğu zaman içinde hissettiği öfke durumu agresif ve düşmanca dürtülerin ilgili nesneye iletilmesi yerine bireyin kendisine döndürmesi ile gelişen bu savunma sistemi de depresyonla açıklanabilmektedir (Alper, 2002). Bireye bu durumda yapılması gereken, bireyde depresif belirtilerin görülmesine sebep olan olay ve durumların incelenmesi ve birey için hangi anlamları taşıdığının incelenmesidir (Öztürk, Uluşahin, 2016). Bireyin yaşadığı sıkıntılı durumun temelindeki çatışmaları ve asıl sebepleri araştırıp bireyi bunlar ile karşı karşıya getirmek yardım sürecinde önemlidir (Berry, 2000).

Bireyler kendilerini kaybedenler olarak tanımlar. Geleceğe dair yaşadıkları dünyayı tatmin olmalarını engelleyen bir çevre olarak tanımlarlar ve gelecekleri adına hiçbir ümidi kalmadığını düşünürler.

Depresyon tedavisinde psikoterapi kullanılması Psikanalitik Model ile başlamıştır. Psikodinamik temelli olan terapi biçimlerinde depresyon, bilinçli olmayan sürtüşmelerden temelini alan özümsenen öfke, ruh ve akılla ortaya çıkan bir ilişki şeklinde tanımlanır. Bu sebeple bu tür çatışmalarla projekte edilen hikâyedeki yaşantılara ve getirilen yorumlarla danışanın içsel çatışmalarına yönelik farkındalık seviyesinin arttırılmasına odaklanır ve bu durum uzun sürelidir. Burada serbest çağrışım metodu ve terapistin yorum yapması vasıtasıyla bu çatışmalara yönelik hastanın iç görü sağlaması amaçlanmaktadır (Sütçügil ve Özmenler 2007).

Psikodinamik Psikoterapilerin depresyon tedavisinde oldukça tesirli olabileceği yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Psikanalitik yönelimi olan terapistlerin daha az düzenlenmiş ve daha doğal kültürün olması tesiriyle Psikodinamik Psikoterapistler faaliyeti ve tesirliliği deneysel olarak göstermeleri yönündeki baskıya cevap vermekte geç kalmıştır. Yapılan çalışmalar Psikodinamik Psikoterapinin depresyon tedavisinde tesirli olduğu ve kişilik, savunma mekanizmalarında da iyileşmeler gösterdiği belirtmektedir. Diğer psikoterapilerden üstün olmadığı da görülmüştür. Daha yüksek düzeydeki depresyonlarda ilaç tedavisiyle kombine psikoterapi elzem görülmektedir. Kabiliyetli ve güzel eğitilmiş hemşireler vaka danışmanlığı ile umumi psikiyatri vazifeleri anlamında tesirli basit psikodinamik psikoterapiyi gerçekleştirebilmektedir (Alper, 2002).

Majör Depresyona Varoluşçu Yaklaşım 

Bu yaklaşıma göre bireyin en birincil özelliği hayatta anlam bulma çabası ve önemli olma hissidir. Yalom, anlamsızlık olgusunun yani hayatta mana yitimini hayatın bir gerçeği olarak tanıtmaktadır. Bu gerekçeyle Varoluşçu Terapi majör depresyonu da kişinin hayatının manasını kaybetmesine bağlar ve bireye hayatında mana bulması için yardımcı olur. Kişi bu realiteyle karşı karşıya geldiğindeyse kaygı ve çatışma yaşamaktadır.

Tolstoy anlam krizini “Hayatımın ellinci senesinde beni sona yakınlaştıran sual “Şimdi yaptığım aktiviteden ve yarın yaptığım işten ne fayda gelecek” ? Başka bir söyleyişle kişinin hangi amaçla yaşadığı, hayattan ne beklediği, neden harekete geçmesi gerektiği konularında sorular sorar. Kişiyi bekleyen kaçınılmaz ölümden etkilenmeyecek hayatta bir anlam olup olmadığını sorgulamak önemlidir. Yaşamda mana yokluğu nevrozların özellikle depresyonların başlamasında önemli bir yer tutmaktadır (Yalom, 2001).

Majör Depresyona Biyolojik Yaklaşım 

Bugün görüldüğü üzere majör depresyonun gelişiminde özellikle seratonin ve nöradrenalin sistemleri başta olacak şekilde beynin nörotransmitterlerle alakalı görevsel bozulmaların oldukça ehemmiyette sahip olduğu görülmektedir. Majör depresyonda takip edilen bu görevsel bozulmalar ya beyin işleyişinde kendini gösteren değişmelerden tesirlenerek gerçekleşmekte veya depresyonun ta kendisi bu değişikliklerin başlamasında görev almaktadır. Şimdiye kadar olan genel görüş şudur ki nörotransmitter Sistemleri bozulmasıyla depresyon tetiklenmektedir. Bir başka deyişle nörotransmitterlerin işlevsel patolojileri depresyonun temelinde yer alır (Işık et all, 2013).

Depresyonun nörobiyolojik tanımlanmasına dönük birçok bilimsel araştırmada Seratonin Hipofonksiyonu merkezi oluşturmaktadır. Selektif seratonin geri alım inhibitörlerinin antidepresanmış gibi tesir etmesi daha önce hiç tedavi almamış karamsar kişilerde yapılan araştırmalarda trombositlerin seratonin geri emiliminde ve seratonin taşıyıcısına yapışmasında eksilme olması, antidepresan ilaçlarıyla tedavi edilme sonrası duyarlılık, nöron iletimi ve işlevlerinde artma olması bu hipotezi doğru çıkaran bulgulardandır (Tamam &Zeren, 2002).

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)