Dünden Bugüne Değişen Yüzler Değişmeyen Arketipler

Yazar Eda YılmazPsikolog • 7 Temmuz 2020 • Yorumlar:

Psişe’ye kısa bir giriş

Günümüzde zihin olarak adlandırdığımız yapıyı Jung (aktaran Geçtan, 2012) kişiliğin bütününü oluşturan psişe kavramı ile açıklamıştır. Psişe; bilinç, kişisel bilinçdışı ve toplumsal bilinçdışı sistemlerinden oluşur. Bu sistemler birbirinden farklı olmakla beraber birbirleriyle etkileşim halindedirler (Geçtan, 2012). Kişinin doğrudan farkında olduğu ve tanıdığı parçalar bilincin içine dahil olurken, bilince hiç ulaşamamış veya bastırılmış tüm yaşantılar kişisel bilinçdışına dahildir (Boeree, 2006).

Kolektif bilinçdışı – ruhsal kalıtım – genetik hafıza

Toplumsal (kolektif) bilinçdışı kavramına gelecek olursak, Jung (aktaran Geçtan, 2012) çocukluk yaşantılarından ve çevresel etkilerden daha başka zihni etkileyen bir olgu olabileceğini düşünmüş ve toplumsal bilinçdışı kavramını ortaya çıkarmıştır. Nasıl ki kalıtım ve evrim bedeni etkiliyorsa, ruhu da etkiler ve böylelikle zihin evrim tarafından biçimlendirilmiştir denebilir. Zihin işlevlerinin organı olan beynin evrimleşmesi kolektif bilinçdışının oluşumuyla doğrudan ilişkilidir (Geçtan, 2012). Kolektif bilinçdışı, ruhsal kalıtım olarak adlandırılabilir çünkü insan türünün tüm deneyimlerinin depolandığı yerdir ve herkes bu bilgilerle doğar fakat bu bilgilere sahip olduğunun farkında değildir (Boeree, 2006). Buradan insanın geçmişiyle bağlantılı olduğunu, atalarının yaşayışlarının ve davranışlarının zihninde yer etmiş olduğunu anlayabiliriz. Kolektif bilinçdışının evrensel olması konusuna gelince, bahsedilen konu insanlık tarihi ve evrimi içine aldığı için tüm insanlık için geçerlidir. Buna en çok verilen örnek olan yılan korkusunun beyne işlenmiş olması atalarımızın yaşantılarının kuşaklar boyu aktarılmasının sonucudur. Kolektif bilinçdışı, daha önce bilinç düzeyinde yaşanmamış ve geçmişten gelen ortak ve gizli bir belleğin ürünü olduğu için insan daha önce bir yılanla karşılaşmasa da yılanın tehlikeli olduğunu bilir. Buna başka bir örnek düşünüldüğünde ise akıllara bir tehlikeyle karşılaşılmamasına rağmen bir orman ya da kuytu bir yerde yürürken insanın istemsizce eline bir sopa alma ihtiyacı gelebilir. Bu durum insanın sahip olduğu genetik hafızanın etkisiyle açıklanabilir. Atalarımızın tehlikeli hayvanlarla sopalarla savaşması ortak bilinçdışımızda var olduğu için beynimiz kendimizi savunma davranışı göstermemizi sağlıyor.

İnsanın bazen nereden bildiğini bilmeden söylediği ve yaptığı şeyler olabilir. Aslında nereden bildiğini bilmemek, o düşüncenin daha önce bilinçte yaşanmadığı ama ortak bilinçdışında var olduğu anlamına gelir. Buna örnek olarak, yeni gelinin evine ilk defa girerken başından aşağıya pirinç saçılmasının neredeyse hepimizin aklına bereket getirmesi için yapıldığını getirmesi verilebilir. Bunu çevrenizdeki kişilere sorduğunuzda bereket cevabını alırsınız ancak nereden bildiklerini sorduğunuzda bunu bilmediklerini ama öyle olduğunu düşündüklerini söylerler. Bu sayede ortak bilinçdışının varlığını görmüş oluruz.

Arketipler kolektif midir?

Arketipler, kolektif bilinçdışının içeriğini yansıtır ve gerçek yaşam olayları ile objelerinin sayısı kadardırlar (Geçtan, 2012). Arketipler kişiye öğretilmemiş fakat kişinin doğuştan bildiği eğilimleridir ve bir yaşantıyı belli bir yol izleyerek gerçekleştirmesini sağlar (Boeree, 2006). Arketiplerin gerçek yaşamda karşılığı bulunduğunda belirsiz imgeler canlı ya da cansız varlıklara dönüşürler, buna örnek olarak anne arketipi verilebilir. Jung (aktaran Geçtan, 2012) arketiplerin evrensel olduğunu belirtmiştir. Kişiliğin gelişiminde büyük önem arz eden dört temel arketip vardır ve bunlar: persona, anima/animus, gölge ve ben olarak sıralanırlar. 

Persona

İnsanların topluma uyum sağlamak amacıyla edindiği kimlik ve maskeler persona arketipini tanımlar (Geçtan, 2012). Persona kişinin olduğunu sandığı şeyi yansıtır, gerçekte olduğu şeyi değil (Jung, 2012). Bu maskelerin varlığı herkesçe bilinmesine rağmen bunların doğuştan var olan arketiplerin bir yansıması olduğunu Jung (aktaran Geçtan, 2012) ortaya koyar. Yani insanın topluma uyum sağlama çabası onu farklı şekillerde davranmaya hatta yeri geldiğinde olmadığı biri gibi görünmeye iter. Topluma uyum sağlamak demek belli normlara, yasalara ve geleneklere göre davranmak anlamına geliyor, öyleyse persona arketipi tüm insanlık için geçerli olan ve toplumsal yaşamayı kolaylaştıran kolektif bir arketiptir diyebiliriz. 

Anima ve Animus

Tarih boyunca bir arada yaşayan kadın ve erkek birbirlerine ait özellikleri içlerinde barındırmışlar ve bu durum birbirlerini daha iyi tanımalarına etki etmiştir. Anima ve animus, erkek ve kadının kolektif bilinçdışındaki dişi ve eril yanlarını temsil eder (Boeree, 2006). Erkeğin psişesindeki kadın anima, kadının psişesideki erkek ise animus olarak adlandırılmıştır. İnsanın içedönük yüzünü anlatan anima ve animus arketipi her erkek ve kadında doğuştan bulunur ve bilinçdışında buna uygun bazı normların oluşmasını sağlar (Geçtan, 2012). Her erkek içinde kadın imgesini taşır ve bilinçdışı olan bu imge kadınlığın günümüze dek bıraktığı izlerden ve atalarımızın tüm deneyimlerinden oluşur (Jung, 2012). Bir erkeğin bir kadına duyduğu ihtiras ya da nefret animasıyla açıklanabilir (Jung, 2012). Anne ve babalar, çocuğun anima ve animus imgesinin içine yerleşen ilk örneklerdir ve bir erkek annesine benzeyen kadınları daha çekici bulurken, annesinin imgesine uymayan kadınları daha itici bulur, aynı durum kadınlar için de geçerlidir (Geçtan, 2012). İnsanın anima ve animusunun gelişmemesi ya da sönmesi insanın birçok davranışını açıklayabilir. İçindeki kadını yadsıyan bir erkek sadece bilinçteki erkeksi yanlarıyla hareket eder genellikle kaba ve maskulen özellikler gösteren erkekler buna örnektir.

Gölge

Gölge arketipi kişinin bilinçte başa çıkamadığı ve bilinçdışında da karşıtlıklar yarattığı için kendini ifade etmesine izin vermediği ortak ruhsal ögelerdir (Jung, 2012). Gölge insanın gerçek ve karanlık tarafını anlatır ve toplum içinde hoş karşılanmadığı için bilinçdışına bastırılmak durumunda kalır (Jung, 2012). Gölge olumsuz bir figür gibi dursa da olumlu yönleri ve anlamlı içerikleri de vardır. Kişinin kendini tanıma yolculuğunda öncelikle kabul etmesi ve bütünleşmesi gereken arketipsel ögesi gölgedir (Jung, 2012). Gölge arketipi kişinin cinsiyetiyle ilgili olan ve kendi cinsiyle olan ilişkilerini etkileyen arketiptir (Geçtan, 2012). Jung (2012) kişinin düşünde gördüğü gölge figürünün kendisiyle aynı cinsiyetten olduğunu ifade eder. Eğer bir insan gölgesini kabul ederse kendi cinsiyle olan ilişkileri olumlu olur, gölge eğer reddedilmişse olumsuz olur (Geçtan, 2012). Kendimizde sevmediğimiz dolayısıyla reddettiğimiz şey gölgemizdir ve gölgenin reddedilmesi demek kişinin yapmak isteyip de yapamadıklarını, isteklerini, düşüncelerini ve hayvani dürtülerini bastırması anlamına gelir. Gölgenin reddedilmesinin nedeni topluma uyum sağlayabilmektir bu yüzden gölgeyi bastıracak olan persona devreye girer (Geçtan, 2012). Gölge arketipi insanın hayvani dürtülerini içerdiğinden ilk insanlardan bu yana varlığını korumuş güçlü bir arketiptir öyle ki vahşi istekler, hırs, kıskançlık gibi duygular ilk insanda da vardı günümüzde de var olmaya devam ediyor. Gölge arketipinin reddedilmiş olması insan hayatının sıradanlaşmasına ve canlılığını yitirmesine sebep olur (Geçtan, 2012). Kişi sadece toplumsal kurallara göre yaşar ve kendi benliğinin karanlık tarafını görmezden gelirse psikopatolojik sonuçlar ortaya çıkabilir. Örneğin kişi ilerleyen yaşlarda anlamsız yaşadığını düşünüp depresif belirtiler gösterebilir. Diğer bir yandan gölgesinin farkında olan insanın yaratıcılığı gelişebilir. Gölgesini kabul eden bir insan yaratıcılığını yeni iletişim yolları bulmak için kullanabilir. Sonuçta gölge kişinin gerçek duygularını yansıttığı için kişi bu yanını başka insanlara da göstermek için bu iletişim yollarını kullanır. Kendini kabul eden bir insan diğer insanlara karşı daha açık olur. Zihinsel enerji bir şeyi saklamaya ya da bastırmaya değil yaratıcılığa yöneltilir. Kişi enerjisini artık insanlarla ilişkilerine değil kendine yöneltmeyi başarır ve zihinsel işlevi, yaratıcı düşünme hızı da artar.  Gölgesinin farkında olan insan isteklerinin de farkındadır, gölgenin işleyişini dengede tutabilmek gerekmekte çünkü tamamen vahşi isteklerine ve dürtülerine göre yaşayan insan sadece karanlık yönü tarafından yönetilir ve toplumda kabul görmeyebilir.

Ben (Self)

Ben arketipi kişiliği ve diğer arketipleri örgütleyen ve düzenleyen ögedir (Jung, 2015). Kişiliği örgütleyen öge tanımında anladığım, hem bilincin hem bilinçdışının bir bütün olarak ele alınmasıdır. Yani toplumsal bilinçdışının yansıması olan arketiplerin ve bunları bilinçteki görünümlerinin bir bütün olarak kişiliği oluşturmasını ben arketipi sağlar. Kişi bir uyum içinde hissediyorsa kendini ben arketipi görevini başarıyla gerçekleştiriyordur (Jung, 2015). Bu durumda eğer kişini kendi içinde uyum olmadığını hissediyorsa ben arketipi görevini tam anlamıyla yapamıyordur çünkü kişinin gölgesi, personası ve anima/animusu tam anlamıyla bütünleştirilememiş ve karanlık kalmıştır denilebilir. 

Arketiplerin psikoterapi sürecindeki yeri

Psikoterapinin en önemli amaçları içgörü kazandırmak ve kişinin potansiyelini kullanmasına ve geliştirmesine yardımcı olmaktır. Persona arketipi konusunda, kişinin maskelerini ne amaçla ve ne sıklıkta kullandığı ile kendi iç dünyalarını yansıtabilecekleri, maskelerinden kurtuldukları alanların olup olmadığı insan davranışını anlamamıza yardımcı olabilir. Eğer insanların maskelerinden kurtuldukları ve kendilerini rahat hissettikleri yerler varsa bu alanlar onlar için güvenli alanlardır ve kişinin ruh sağlığını koruması açısından kendini güvende hissetmesi ve kendi gibi olabilmesi önemlidir. Eğer insanlar kendilerini rollerine çok kaptırırlarsa kendi iç dünyalarından uzaklaşırlar, çevrelerine yabancılaşırlar ve yalnızlaşırlar (Geçtan, 2012). Psikoterapi sürecinde ise persona arketipinin olumlu ve olumsuz yanları hakkında konuşulur ve danışan olumsuz yanlarını gördüğünde kendi iç dünyasından ne kadar uzaklaştığını fark edebilir. Bu farkındalık danışanın içgörüsünü geliştirmesine yardımcı olabilir. Danışanın içgörü kazanmasıyla birlikte personanın etkisi azalmaya başlayabilir ve böylece terapide danışanın gelişememiş yönlerini yani potansiyelini ortaya çıkartmak için işbirliği yapılır. Danışanın personası aslında toplum tarafından kabul görmeyeceğini bildiği yönlerini gizlemek için kullandığı maskedir. Böylelilikle terapi esnasında danışanın kabul görmeyen yönlerini yani gölgesini anlamaya çalışmak gerekir. 

İnsanlar anima ve animuslarını tanıdıklarında ve geliştirdiklerinde birçok konuda kadın ve erkek birbirine daha çok yaklaşabilir.  Erkekler duygularını saklamadığında içlerindeki şefkatli yanı gösterdiklerinde ve kadınlarda içlerindeki cesareti, savaşmaya hazır tarafı gösterdiklerinde birbirlerine daha çok yaklaşacaklardır. Aslında benzer duygulara her iki cinsinde sahip olduklarını gördüklerinde birbirlerini daha iyi anlayacaklardır. Kaba ve maskülen olarak tabir edilen erkeklerin animası tamamen bilinçdışında kalmış ve gelişememiştir ve terapi sürecinde animanın gelişmesini sağlamak adına bu erkeklerin duygularının ve zayıflıklarının ortaya çıkarılması gerekli olabilir. Duygularının ve zayıflıklarının ortaya çıkması rahatsızlık verici de olsa terapi süreci içerisinde bu kişiler için de içgörü artacaktır ve kendilerini tanımaları ve dolayısıyla karşı cinsi anlamaları adına adım atılmış olacaktır ve böylelikle daha sağlıklı ilişkiler kurulacaktır. Erkeklerin içindeki kadınsı özelliklerin ortaya çıkması toplum tarafından genellikle hoş karşılanmadığı için persona devreye girer ve anima gelişemez. Bu yüzden terapi sürecinde persona ve anima/animus arasında denge kurulmalıdır. 

Psikoterapi sürecinin kişiye en büyük katkılarından birisi gölgenin farkına varılmasını sağlamasıdır. Gölge arketipi, terapistin ve danışanın işbirliği içerisinde danışanın hayatını daha canlı ve yaratıcı kılması üzerine çalışmasını şekillendirmiş bir kavramdır. İnsanın karanlık yönünün üretkenlik ve cesaret vermesi açısından bakıldığında danışanın sevmediği tarafını kabullenmesi yolunda adımlar atılacaktır. Ayrıca terapi sürecinde danışan hayatta yapmak istediklerini gerçekleştirebilir böylece ego ve gölge arasında uyum sağlandığında potansiyelinin farkına varabilir ve bunu geliştirebilir. Terapi sürecinde danışan kendini tanır, kabullenir ve hayattan tat almayı öğrenir. Bilinçdışının bilinçlendirilmesiyle yani gölgenin kabul edilmesiyle insanın karanlık tarafı aydınlanır böylece karşı cinsle olan ilişkilerin çözümlenmesi yani anima/animusla tanışılması için de önemli bir adım atılır (Jung, 2012). 

Ben arketipi kişinin kendini tanımasıyla ortaya çıkar, bu kendini tanıma sürecine psikoterapi eşlik edebilir. Üç ana arketipini terapi sürecinde görmüş olan danışan kendisini kabullenmiş ve farkındalığını arttırmıştır böylece sıra ben arketipine gelmiştir. İçgörüsü artmış bir insan ne sadece personasından oluşur, ne gölgesini ne de anima/animusunu reddeder. Hepsini bir arada yaşar ve kendine ilişkin her şeyi tanımlayabilmiş ve kendi içindeki çatışmaları azalmıştır. Bilinçdışını bilinçlendirebilen bir insan kendisiyle uzlaşmayı başarmıştır ve böylelikle daha hoşgörülü bir insan olur, bunu başaramayan insan ise hoşlanmadığı bilinçdışı yanlarını başka insanlara yansıtmaya devam eder ve bu hoşlanmadığı tarafın kendinde olduğunu fark etmez (Geçtan, 2012). Ben arketipinin ortaya çıkması için meşakkatli bir süreç gerekir bu yüzden de genellikle ortaya çıkışı orta yaşlara tekabül eder (Geçtan, 2012). Ben arketipi Jung’a göre (aktaran Geçtan, 2012) bireyleşmiş olmak ve hayatın amacıdır.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)