Enerji bazlı “gençleştirme” teknolojileri üzerine

Bazı hikayeler gerçek olamayacak kadar güzeldir...
Bazıları ilk aşk gibi, kısa süreli…
Yine de imkansız olana tutuluruz, onun tadına bakmadan ruhumuz huzur bulmaz, aklımız aksini söylese de..

Enerji bazlı yüz gençleştirme uygulamalarının atası olan medikal LASER’lerin tıbba girişi çok havalı olmuştu ve halen de tıbbın pek çok alanında başarıyla kullanılıyorlar. Ancak estetik cerrahideki hikâye biraz daha farklı oldu…

Gelin bu hikâyeyi bir de benden dinleyin;
Dönem 1980’ler, sinemada yıldız savaşları film serisi oynuyor, ışın kılıçları, lazer tabancaları, herkes konsepte hâkim. Tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz ama çok teknolojik bir şey olduğundan eminiz ve de teknolojik olan şey kötü olamaz…

Lazer cihazları çok kısa süre içerisinde, henüz 80’li yılların ortalarındayken, estetik cerrahi uygulama alanındaki yerini aldı. Cilt lazer ile tedavi ediliyor, kontrollü bir yanık oluşturuluyor ve birkaç haftalık iyileşme sürecinin ardından derinin kendini yenilemesi ile tazelenmiş, daha sağlıklı görünen ve de kırışıklardan arınmış bir cilt elde edilebiliyor. Tıbbi lazerler ciltteki lekelerin tedavisinde, istenmeyen tüylerin tedavisinde, damarsal lezyonların tedavisinde halen elimizdeki en önemli araçlardan bir tanesi.

Ancak yüz gençleştirme alanındaki tecrübemiz uzun vadede hiç de beklediğimiz gibi olmadı. Hastalar yıllar içerisinde uygulama sahasındaki cildin inceldiğinden, kuruduğundan ve sağlıksız bir görünüm kazandığından şikâyet etmeye başladılar. Ne olmuştu da tedaviyi takip eden aylar ve ilk yıllar içerisinde her şey bu kadar güzel iken büyü bozulmuştu. Tedaviden çok memnun kalan ve aynı sahaya birkaç kez tekrarlatan hastalar uzun vadede daha da mağdur oldular.

Bu fenomen yüz gençleştirme arayışındaki aday hasta için çok önemlidir o nedenle dikkatinizi yoğunlaştırın. Gidip bir çay alın. Biraz daha tıbbi kısmına girip anlaşılır bir dille açıklamaya çalışacağım.


Yıllar içerisinde yapılan araştırmalarda öğrendiğimiz şuydu. Lazer ışını derinin “dermis” adını verdiğimiz derin, damarlı ve canlı katmanında kontrollü ısı hasarı -yani yanık- oluşturuyor. Bu yanık alanında aynı diğer yanıklarda gözlemlediğimiz üzere bir iyileşme süreci başlıyor. İyileşme sürecinde bölgenin kanlanması artıyor, yüzeydeki hücre döngüsü hızlanıyor, yanık alanına göç eden iyileştirici hücreler burada bol miktarda “kollajen” adını verdiğimiz proteini üretiyor. Hatta bu doku üretimi öyle bir boyutta oluyor ki, iyileşme safhasında deri eskisinden daha kalın, daha canlı ve daha sağlıklı görünüyor. Buradaki kilit nokta şu; iyileşme çok uzun zaman alan bir süreç olduğu için dışarıdan gözlediğimiz bu etkiler iyileşme süreci devam ettiği müddetçe 18 aya kadar devam ediyor. Hatta 18 ay dolmadan uygulamayı tekrar ettiğimizde hasarı yeniden oluşturup süreci başa sarmış oluyoruz.

Sorunlar ise iyileşme süreci bittiğinde başlıyor. Damarlanma azalıyor, cilt kalınlığı azalıyor, cildin nem ve yağ dengesini ayarlayan ter bezleri ve sebase bezlerin sayısı azalıyor. Hepsinden önemlisi cildin esnekliğini sağlayan “elastin” adlı protein kalıcı olarak azalıyor ve cilt esnekliğini kalıcı olarak kaybediyor. Vücudun hasarlı bölgeye “kollajen” proteinini yığdığından bahsetmiştik. Ancak bu “kollajen” sağlıklı bir ciltteki gibi organize değil. Sağlıklı bir ciltteki kollajen bir “lambswool” kazak ise, iyileşme sürecindeki ciltte yeni üretilen kollajen iki kazaklık yünün masanın üzerine bırakılmış haline benzetilebilir. İyileşmenin son evrelerinde özelleşmiş hücreler bu yün yumağından orijinaline göre daha kaba ve daha ince bir örgü yapıyor ancak bu yeni örgü orijinalinin kalitesine hiçbir zaman ulaşamıyor. Sonuç, ne yazık ki, canlılığını kalıcı olarak yitirmiş bir cilt... Canlılığını yitirme tıpta “atrofi” olarak isimlendiriliyor.

Lazer, radyofrekans, ultrasonik enerji, yoğunlaştırılmış ışık teknolojileri ve cilde “enerji” uygulayan ve bu sayede cilt veya cilt altı dokularda bir “ısı hasarı” yaratan tüm teknolojik cihazlara şüpheci yaklaşmamın ve kendi pratiğimde yer vermememin sebebi işte bunlar. Bu şüpheciliğime temel olan gözlem, ısı hasarı mekanizmasının en basit ve en temel örneği olan “güneş yanıklarında” bile geçerliliğini koruyor.

Tatile gidip bronzlaştığınızı hatırlayın ve hayal edin. O yaz cildiniz aynada pırıl pırıl parlar, daha gergin, parlak, hacimli ve sağlıklı görünür. Bu etki o kadar tatmin edicidir ki bir dönemin sosyete güzelleri kış aylarında da solaryuma gidip bronzlaşmaya devam ederlerdi. Yapılan araştırmalar ve gözlemler gençlik yıllarında güneş ışınlarına daha çok maruz kalan bireylerde yaşlanma belirtilerinin daha erken ortaya çıktığını ve cilt hasarının daha vahim boyutlarda oluştuğunu göstermiştir. Birisi güneşli “Miami” de bir diğeri güneşin nadiren kendini gösterdiği “Londra” da yaşayan iki ikiz kız kardeş 50 yaşında yan yana geldiklerinde güneşe daha yoğun maruz kalan Miami’li ikiz, Londra’lı ikiz kız kardeşinden en az bir 10 yaş daha yaşlı görünecektir.

Plastik cerrahlar ve dermatologlar bir yandan dünyanın her yerinde güneşten korunmayı, ortamda güneş yokken bile yüzümüz için güneş koruyucu kullanmayı tavsiye ederken bir yandan kozmetik endüstrisinin ciltte ısı hasarı oluşturan teknolojiler ile cildi gençleştirme gayretini estetik cerrahinin modern bir çelişkisi olarak görüyorum…
Benim tavsiyem uzun dönem sonuçları bilimin süzgecinden geçmemiş ve arkasında etkinliğini ve güvenilirliğini gösteren yeterli kanıt olmayan hiçbir uygulamanın adayı olmayın. Varsın teknolojiyi biraz geriden takip edin.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Ozan Bitik Plastik Rekonstrüktif Ve Estetik Cerrahi Doç. Dr.

Randevu al Profili görüntüleyin

Yorumlar: (0)