Kadına Şiddet

Yazar Zübeyde Ezgi HorzumPsikolog • 15 Mart 2021 • Yorumlar:

Dünyanın her yerinde kadınlar fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Bu şiddetin kökeninde kadınlara yönelik yapılan cinsiyet ayrımcılığı yatmaktadır. Bu cinsiyet ayrımcılığı, toplumun gelenek ve göreneklerine işlemiştir. Toplumun gelenek ve görenekleri de her geçen gün bu ayrımcılığın güçlenmesine neden olmaktadır. Kendi toplumumuza baktığımızda “Karı gibi yürümek”, “karı gibi gülmek” gibi tabirler günlük hayatta insanlar tarafından aşağılayıcı bir anlamda kullanılmakta ve bunun gibi toplumun kelime haznesine yerleşmiş cümleler bu cinsiyet ayrımcılığını beslemeye devam etmektedir. Kadın cinsiyetini aşağılayıcı bir sıfat haline getiren toplum, sadece cümleleri ile değil davranışları ile de bu psikolojik şiddeti devam ettirmektedir. Toplum, kadını “güçsüz, kırılgan, bakıma muhtaç” olarak nitelendirerek onun bir erkeğin bakımına ve korunumuna muhtaç olduğunu düşünmektedir. Yetişkin kadınlar bu etiketler ile mücadele etmeye çalışırlarken yeni doğan kız çocukları içine doğdukları bu düzenin kurallarına göre yetiştirilmektedir. Bu da maalesef ki ayrımcılık ve ayrımcılıktan doğan şiddet döngüsünün devam etmesi ile sonuçlanmaktadır. Şiddet sadece bir insana tokat atmak gibi fiziksel bir güç uygulamak demek değildir, eğer onun özgürlüğünü elinden alıyor ve onun hayatını kısıtlayarak sürekli psikolojik bir baskı uyguluyor iseniz bu da bir şiddettir. Ne yazık ki kadınların sıklıkla maruz kaldığı bir şiddet türü de budur.

Ayrımcılığın en yıkıcı sonucu her birimizin her gün haberlerde gördüğü şiddet, taciz ve cinayet olaylarıdır. Bu olayların öznesi olan kadınlar için, bu olayların öznesi olmaktan korkmak zorunda bırakılan kadınlar için bu haberlerin her an, her platformda gündemde olması gerekmektedir. İsimler değişse de katiller hep aynı, mağdurlar hep kadındır. Bir gün annemiz, bir gün en yakın arkadaşımız, bir gün belki de biz o haberdeki “kadın” olabiliriz. Bu olasılığın hepimize bu kadar mümkün geliyor olması, içinde yaşadığımız düzenden kaynaklanmaktadır ve bizi tek başımıza karanlıkta yürürken korkmaya, dolabımızdaki en sevdiğimiz kıyafetimizi giymekten alıkoymaya itmektedir. Bu noktada yine kadınların seçimleri ve özgürlüklerinin kısıtlandığını görmekteyiz. Engellenmesi gereken kadınların özgürlükleri değil onların özgürlüklerini ellerinden alma hakkını kendilerinde bulanlardır.

Her yıl yüzlerce kadın cinayete kurban gitmekte, taciz ve şiddet görmektedir. İstatistikler son on yılda kadın cinayetleri sayısının 3 kat arttığını, sadece 2020 yılında 300 kadının öldürüldüğünü, 171 kadının ise ölümünün şüpheli olarak kayda geçtiğini göstermektedir. Bunlar hızlıca okuyup geçeceğimiz birer sayı değil yüzlerce canın, yüzlerce hayatın kaybedilmesi demektir. Gittikçe sayıları artan bu kadınlar, bir erkeğin öfkesinin, kıskançlığının kurbanı olmaya devam etmektedir. İstatistikler gösteriyor ki cinayet ve şiddet olaylarının neredeyse tamamı kadının eş, baba, abi olmak üzere en yakınları tarafından gerçekleştirilmektedir. Bir insan içine doğduğu aile ve kendi kurduğu aileye güvenemezse kime güvenebilir başka? Şiddete maruz kalan kadın, hayatında derin izler bırakan bir travma yaşar ve yaşamını sürdürmeye yönelik bir çaresizlik duygusuna kapılır. İzleri silinmeyen böyle bir kötülüğün hiçbir gerekçesi olamaz, olmamalıdır.

Kadına şiddete yol açan nedir peki? Neden binlerce kadın çocuklarının önünde, savunmasız bir şekilde şiddete uğramaktadır? Namus kavramı, gelenek ve görenekler her yıl bu ülkede yüzlerce kadının hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Kadın toplumun anlamlandırdığı namus kavramı üzerinden tanımlanmakta, bu kavram yüzünden kısıtlanmaktadır. Ülkemizde kadın bedeni üzerinde, kadının kendisi hariç herkes söz sahibidir. Kadının neyi nerede giyeceği, saat kaçta, nerede, ne kadar bulunması gerektiği toplumun bakış açısına göre sınırlı ve belirlidir. Kadın kahkaha atarak gülemez, gece geç saatte dışarıda olamaz. Kadının namusu, esnetilemez kurallarla korunan bir unsurdur toplumumuzda. Kadına şiddet her an her yerde yaşanmaktadır: işyerinde, evde, okulda… İster psikolojik, ister fiziksel olsun kadınlar şiddete hayatlarının çoğu döneminde maruz kalmaktadır

Şiddetin çoğu biçimi toplum tarafından normalleştirilmiştir. “Kızını dövmeyen dizini döver” atasözü, şiddetin toplum tarafından ne kadar normalleştirildiğinin basit bir örneğidir. Bir babanın kız evladına giydiği kıyafet yüzünden şiddet uygulaması, bir sevgilinin kıskandığı için sevgilisinin dışarıya çıkmasını engellemesi ve daha nice örnekler kadınların hayatlarında normalleştirilmemesi gereken şiddet hikayeleridir. Şiddet toplum tarafından normalleştirilmeye başlandığı noktada asıl insanın içini ürperten kısım ortaya çıkar. İnsanlar kadının nerede, kimle olduğuna, ne giyip ne yaptığına göre bu şiddeti hak edip hak etmediklerini yorumlamaya başlarlar. Bir insanın haksız yere şiddet görmesinin, genç yaşında hayatına son verilmesinin bile tartışmaya açık olması durumun ne kadar vahim olduğunu bizlere göstermektedir. Erkek istediği yerde istediği şeyi yapma özgürlüğüne sahip iken kadın, bir erkek yüzünden başına gelen kötü olayların sonucunda toplum tarafından yine kendisi sorumlu tutulmaktadır. Çünkü toplumumuz erkeğe verdiği tüm tavizleri kadından sakınmaktadır. Bu gittikçe kendisini besleyen insanlarla büyüyen ayrımcılık, binlerce hayalin sönmesine neden olmaktadır. “Şiddet” ve “kadın” kelimelerini yan yana görmemek için şiddeti oluşturan, şiddet uygulayanlara taviz veren tüm bu faktörlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Şunu asla unutmayalım, şiddeti haklı çıkaran her zihniyet şiddete yol açan zihniyettir. 

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)