KANSER İLE İLGİLİ HER ŞEY

Yazar Güven AtasoyGenel Cerrah • 1 Şubat 2018 • Yorumlar:

Kanser hastalığı, Dünya’da ve ülkemizde kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada görülen ölüm sebebidir. Kanser hastalığı, ikinci sırada görülen ölüm sebebi olmakla birlikte, tedavi edilebilir bir hastalıktır. Kabaca bir deyişle, her üç kişiden birisi hayatının bir döneminde kanserle karşılaşacak, ama yaklaşık sekiz kişiden birisi kanser nedeniyle hayatını kaybedecektir. Yani her kanser ölümle sonuçlanmadığı için, kanserden ölüm sıklığı, kanser görülme sıklığını yansıtmamaktadır. Gelişmiş ülkelerde kanser görülme oranı yüzbinde 400 civarındadır. Bizde ise bu oran yüzbinde 200 civarında tahmin edilmektedir. Bu da her yıl yaklaşık 150 bin yeni kanser hastası demektir.

Ortalama insan ömrü tüm Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de uzamaktadır. Ortalama yaşam süresinin uzamasıyla birlikte insanların ölüm nedenleri de değişiklik göstermektedir. Kazaları ve savaşları değerlendirme dışına alırsak, az gelişmiş ülkelerde ölüm sebebi olarak ilk sıralarda yer alan enfeksiyon hastalıkları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde arka sıralara düşmekte ve bunun yerini kalp ve damar hastalıkları ile kanserler almaktadır.

Kanser Nedir?

Normalde, canlıların vücudundaki hücrelerin pek çoğu, fonksiyonları gereği bölünür, çoğalır, ömürleri tamamlanınca da ölüp yerlerini yeni hücrelere terk ederler. Bu düzen, hücrelerin çekirdeklerinde bulunan kromozomlar üzerine yerleşik genlerin komut ve yönetimindedir. Eğer hücreler doğru olmayan komutla yönlendirilirse, işlevlerindeki normalden sapmalar sağlıklı yaşamın düzenini bozarak kanseri de içeren birçok hastalığa sebep olurlar. Kanserli dokunun hücreleri kontrolsüzce çoğalır, görevini yapmayı bir kenara bırakıp vücuda yayılır. Bu nedenle, kanserin başlayışını araştıran son yıllardaki çalışmaların büyük bir grubu hücrenin içyapı ve işleyiş şekline yönelmiştir. Bu çalışmaların sonuçlarına göre, kanseri “başlatıcılar” ve “baskılayanlar” arasındaki uyumun bozulması hücrenin kanser hücresine dönüşümünü gerçekleştirmede olasıdır. Başlatıcılar hücrede temelde bulunan fakat baskı altında tutulan onkogenler (kanser yapıcı genler), hücre ölümsüzlük genleri ve hücre büyüme faktörleridir. Hücrenin kanser hücresine dönüşünü baskılayanlar supressor genler (tümör baskılayıcı genler), apoptosis genleri (planlanmış hücre ölümünü düzenleyen genler) ve hücre büyüme faktörlerinin baskılayıcılarıdır. Başlatan etken ne olursa olsun sonuçta normal hücrelerden önemli farklar gösteren kanser hücreleri oluşur. Normal hücrelere oranla daha az özelleşmiş, ölümsüzlük, kontrolsüz, sınırsız çoğalma ve doğal bağışıklık olanaklarından kaçabilme yeteneklerine sahip kanser hücreleri önce bulundukları dokuya sığamayarak bir kitle (tümör), bir süre sonra bir grup hücre kan ve lenf damarlarına ulaşıp vücudun başka dokularına giderek oralarda çoğalıp yeni kitleler (metastaz) yaparlar. Bu araştırmalar yapılırken, hücre gelişiminde son aşamada rol oynayan onkogenlerin keşfi kanser biyolojisinin anlaşılmasında çok ileri bir adımdır ve şimdi açıklanması gereken husus, onkogenlerin insan kanserinde hücre şekil değişimi döneminin başlaması veya devamı için temel olup olmadıklarının gösterilebilmesidir. Kanıtlanmaya yönelik çalışmalar devam ederken, onkogenlerin kanserin teşhis ve tedavisindeki yeri de değerlendirilmektedir.

Kanserden Korunma

Kanser hücresine dönüşümü oluşturan yanlış gidişin neden veya nedenleri kesin olarak bilinmediği için çalışmalar gözlemlere dayanan çeşitli olasılıklara yönlendirilmektedir ve özellikle kanser olma riskini arttırabileceği izlemi veren yüksek risk faktörleri değerlendirilmektedir. Kanser oluşumu için risk taşıdıkları düşünülen bu faktörlerden insanda ve laboratuar araştırmalarında kanserle bağlantısı gözlenmiş olanlar kabul edilebilir, fakat kanserle bağlantısı kanıtlanmamış olanlar şüpheli risk faktörleridir. Ancak bu gözlem, araştırma ve görüşler yüksek riske sahip olanların mutlaka kanser olacakları ya da düşük riskli olanların kanser olmayacakları anlamını getirmez.

Hücrelerin yapısı ve çalışmasından köken alan kişisel risk faktörleri kontrol edilemeyeceği için korunmak mümkün değildir. Kişisel faktörlerin önde gelenleri yaş, zaman ve ailedir. Yaş ve zaman hiçbir zaman kontrol edilemez ve bu nedenle korunamaz. Ancak, ailesel risk faktörlerine karşı bazı önlemler alınabilir. Büyükbaba ve büyükanneden başlayarak anne, baba, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler ve ilk kuşak kuzenleri içine alan bir liste yapılır, eğer bir tanesinde kanser varsa, tipi ile birlikte kaydedilir, iki taneden fazla kanser çıkarsa bu konudaki bir uzmanla görüşülmelidir.

Çevreden köken alan çevresel risk faktörlerini kontrol edebilmek için geniş olanaklar vardır ve bu nedenle korunmak mümkündür. Çünkü tüm kanserlerin %80 kadarının yaşam şekli ve çevresel risk faktörleri ile ilgili olduklarını gösteren gerçekler vardır. Bu grup faktörler arasında yaşanan çevrenin getirdiği riskler yanında önde gelenler besinler ve beslenme şekli, sigara önde olmak üzere diğer bazı alışkanlıklar ve radyasyona maruz kalmadır. Bunlardan başka çok gerek olmadıkça hormonların dengesini dıştan müdahaleler ile bozmamak gerekir. Kadınların bazı kanserlerinde doğum kontrol haplarının bağlantısı sıklıkla gündeme getirilmektedir. Bu grup hapları kullananların devamlı meme kontrolü ve Pap testi yaptırmalarında fayda vardır. Hapların mutlak kullanılma gereksinimi varsa, dozları doktor ayarlamalıdır. Ayrıca güneşin ultraviyole ışınları, özellikle iş yerleri ile bağlantılı bazı kimyasal maddeler hatta bazı kanserlerde rolü olduğu düşünülen viruslar dikkate alınmalıdır.

Beslenme ve Kanser

Görgüler ve araştırmalara dayalı sayısal değerlendirmelere göre, kanserin olası sebepleri arasında dengesiz beslenme %35 oranında yer tutmaktadır ve dengesiz beslenmenin yanına bazı yaşam alışkanlıkları eklenirse bu oran %85 değerine kadar yükselmektedir. Öncül deliller beslenmedeki antioksidanların, bitkilerdeki fitokimyasal maddelerin ve omega-3 gibi bazı yağ asitlerinin kanser gelişme riskinin azalmasında rol oynayabileceklerine işaret ediyor. Ancak, sonuçlar kesin değerlendirme için henüz yeterli değildir, sıklıkla yenileri saptanıp öğrenilmektedir.

Antioksidanlar:;Oksitlenme olaylarını baskılayan maddelerdir. İnsanda normal biyokimyasal olaylardan sonra ortama çıkan, kanda serbest dolaşarak sağlıklı hücrelere adeta saldıran ve onların DNA yapılarını değiştirerek tümör gelişmesine zorlayan maddelere karşı vücudu korudukları varsayılıyor. Ancak, kanser riskini düşürmekteki rolleri henüz kesinleşmediği için araştırmalar devam etmektedir.

Fitokimyasallar:;Bitkilerin yapısında bulunan bazı kimyasal bileşiklerdir ve bitkileri bakteriler, viruslar ve mantarlara karşı korurlar. Ayrıca antioksidan, besin koruyucu ve kanser yapıcı ajanlara karşı engelleyici etkileri olabileceği bildirilmektedir. Domates, maydanoz, portakal, greyfurt gibi koyu sarı, oranj ve tümüyle yeşil meyve ve sebzelerde karotenoidler; brokoli, kabak, lahana, Brüksel lahanası, şalgam gibi turpgiller grubunda indoller; şarap, yeşil çay, soğan, elma, kıvırcık lahana, fasulye gibi meyve ve sebzelerde flavonoidler; limongiller ve turunçgillerde biflavonoidler; soğan ve sarımsakta alisin; yeşil yapraklı sebzelerde lutein; soya fasulyesinde isoflavonlar; ahududu ve frambuaz gibi mavi ve kırmızı meyvelerde ve sebzelerde antosiyaninler; zeytinde, limongillerde, hububatlarda, baklagillerde fenolikler ve domateste likopen gündemde olanlardır. Yüksek fitokimyasal maddeli yiyecekler brokoli, dutlar, soya kabukları, armutlar, şalgamlar, kereviz, havuç, ıspanak, zeytinler, domates, mercimek, kavun, sarımsak, kayısı, soğanlar, soya fasulyesi, yeşil çay, şeftali, kabaklar, kıvırcık, ;Brüksel lahanası ve kırmızı şaraptır.

Omega-3 yağ asitleri:;Vücutta yapılmayan bu asitler yiyecekler veya ek katkılardan alınan yağ asitleridir. Deniz ürünleri, özellikle sıcak su ürünleri, keten tohumu yağı ve fasulyede bulunan bu asitlerin meme ve prostat kanserleri risk ve gelişmesini önlemede rolleri olabileceği bildirilmektedir.

Beslenmede doğaya dönüşün önemi yanında besinlerin seçimi ve hazırlanış şekli de önem taşır. Özellikle bitki orijinli lifli gıdalar bunları içermeyen hayvansal gıdalara üstünlük sağlar. Lifler oluşturdukları kitle ile sindirilecek besinleri barsaklarda uzun süre tutarak sağladığı birçok biyolojik fayda arasında kanser yapıcı maddelerin de parçalanarak azalmasını neden olur. Beslenme alışkanlığında bir diğer önemli konu yüksek ısıda sağlıklı olmayan pişirilme şeklidir. Kızarmış veya yanmış et veya balık üzerinde ateşin etkisi ile kanser yapıcı maddeler oluşur. Dumanlanmış veya nitritler ile tütsülenmiş etler de kanser yapıcı olabilir. Ancak bu kanser yapıcılar az miktarlarda, özellikle kanser koruyucuları içeren bitki ve meyvelerle yenildiği zaman, zararlı olmayabilir. Esasında düşük ısılı buğulama, tencere pişirimi, yumurtanın suda pişirilmesi, yavaş ateşte kaynatmak veya mikrodalga gibi yöntemleri kullanmak daha doğrudur. Muhakkak ki, yaşam şeklini de her zaman değiştirmek kolay değildir, fakat kanserden korunma amacı ile bazı şeylere dikkat edilebilir. Kişi şişman ise fazla kilolar verilebilir, az yağlı az kalorili besinler yenilebilir, lifli yiyeceklerin miktarı arttırılabilir, vitaminler normal yollardan alınabilir. Ancak her hangi bir nedenle kuvvetli bir yemek yenirse, bunu da sorun etmemek, ancak bunu alışkanlık durumuna getirmemek gerekir. İyi ayarlanmış, uygun seçilmiş ve devamlılık gösteren bir beslenmenin kanser riskini azalttığı unutulmamalıdır. Örneğin gençlerin ve çocukların çok defa tercih ettikleri burgerler dikkate alınırsa, en hafif burgerde bile %70 oranında yağ olduğu gibi, rafine olmayan unla yapılmış ekmeği yeme şansı da kaybedilmektedir. Ayrıca, ızgarada pişirilen burgerlerin dış yüzlerinde yanmış kömür-katran benzeri maddeler oluşarak kanser yapıcı risk taşırlar.


Kanserde Erken Tanı

Kanserden mutlak korunma söz konusu olmadığına ve tüm kanserleri engelleyecek bir aşı henüz bulunmadığına göre, kanserde erken tanı elimizdeki belki de en önemli silah olma özelliğini korumaktadır. Erken tanı kavramını netleştirmek için kanserin aşamalarını iyi bilmek gerekir. Her kanser tipi ayrı özellikler göstermekle beraber, genelde kanser hastalığının gidişi dört klasik evreye ayrılır:

Evre I: Kanser başladığı yerde sınırlı kalmış çevre ortama geçmemiştir;
Evre II: Kanser başladığı ortamdan etrafındaki dokulara ve çıktığı yörenin lenf yollarına doğru ilerlemiştir;
Evre III: Kanser bölgesel dokulara ve lenf bezlerine tam yayılım vardır;
Evre IV: Kanser kan ve lenf yoluyla diğer dokular ve organlara ulaşmıştır ve metastaz denilen olay gelişmiştir.

Birinci evrede tanısı konulan kanserlerde tam şifa sağlanabilir. Evreler ilerledikçe tedavideki başarı oranları düşmektedir.

Kanserde erken tanı tedavi şansını arttırır ve tedaviyi kolaylaştırır, doku ve organ kaybını önler, tedavi giderlerini ve ölüm oranlarını düşürür. Bugün sıklıkla görülen birçok kanserde erken tanı gerçek anlamda hayat kurtarmaktadır. Erken tanı için belirli aralıklarla sağlık kontrolü yalnız kanser için değil, genel sağlık için uygulanması gerekli olan görüştür.

Kanser için bütün ülkelerce kabul edilmiş özel tehlike işaretlerinin, diğer bir deyimle kanserin yedi habercisinin:

• barsak ve mesane alışkanlıklarının değişiklikleri,
• iyileşmeyen yaralar,
• zamansız kanama ve akıntı,
• meme veya başka yerde sertlik,
• hazımsızlık veya yutma güçlüğü,
• benler veya bir siğilin belirgin değişikliği,
• hırıltılı öksürük veya ses kısıklığı

belirtilerinden her hangi birinin varlığında kişiler bir doktora başvurmalıdır. Ancak bilinmelidir ki, tanı çok defa kanser olmayabileceği gibi, bu belirtileri bulunmayan kişilerin kanser olmayacakları anlamı da çıkarılmamalıdır.

Ayrıca, haberci belirtileri olmayan fakat yüksek riskli olan erkek ve kadınlarda kanserin erken teşhisi için bazı öneriler, zaman zaman bazı değişiklikler göstermekle beraber, temel olarak güncelliğini korumaktadır:

Yaş 20-39 (kontrol aralığı 3 yıl): Kadınlarda ağız boşluğu, tiroid bezi, lenf bezleri ve yumurtalıklar önde gelmek üzere genel muayene ve ayrıca memelerin her ay kendi kendine kontrolü, PAP testi (seks ilişkisi erken başlayanlarda 20 yaştan önce). Erkeklerde ağız boşluğu, tiroid bezi, lenf bezleri, testisler ve prostat önde gelmek üzere genel muayene.

Yaş 40-50 (kontrol aralığı 1 yıl): Kadınlar için yukarıdakilere ek olarak makattan tuşe ile muayene ve memelerin doktor kontrolü, kontrol aralığı 1-2 yıl olarak mamografi, ayrıca menopoz döneminde kürtaj ile rahim kontrolü. Erkekler için yukarıdakilere ek olarak makattan tuşe ile prostat muayenesi.

Yaş 50 ve üzeri (kontrol aralığı 3-5 yıl): Kadınlarda yukarıdakilere ek olarak dışkıda kanama testi, kalın barsak endoskopisi ve mamografi. Erkeklerde yukarıdakilere ek olarak dışkıda kanama testi, gerekirse kalın barsak endoskopisi.

Kanser tedavisi

Kanserde erken tanının önemi herkes tarafından bilinmelidir. Çünkü, bu dönemde teşhis edilen kanserlerin tedavi şansı yüksektir ve %75 kadarının vücudun gözle görülebilen veya basit yöntemlerle ulaşılabilen yerlerinde olması erken teşhisi kolaylaştırmaktadır. Kanserde erken teşhis için kanserin ön belirtilerine karşı dikkatli olunması, belirli aralıklarla sağlık kontrolleri önde gelen hususlardır.

Kanserde erken teşhis tedavi şansını arttırır, kolaylaştırır, doku ve organ kaybını önler ve sakatlık bırakmaz, tedavi giderlerini azaltır.

Kanserde daha güvenilir teşhis yöntemleri ve daha etkili tedavi şekilleri her geçen gün yeni bir aşama göstermektedir. İleriye yönelik yenilikleri değerlendirmeyi zamanına bırakarak, tümör bilimi olan onkolojinin klasik tedavi uzmanlıkları, tedavi şekil ve alanları şöyledir:

Cerrahi Onkoloji:;Kanserin bugün en emin ve en iyi sonuç veren tedavi şeklinin uygulandığı uzmanlık dalıdır. Genellikle organ kanserlerinde ilk tedavi seçeneğidir. Bu tedavide kanserli doku ve yöresel lenf bezleri ameliyat ile çıkarılır.

Radyasyon Onkolojisi:;Kanserli doku ve yöresel lenf bezlerindeki kanser hücrelerinin çoğalmasını önleme ve öldürülmesine yönelik radyoaktif ışınlama tedavisini uygulayan uzmanlık dalıdır. Genelde ameliyat sonrasında yörede kalması muhtemel kanser hücrelerine karşı uygulanmakla beraber, bazı kanserleri daha iyi ameliyat edilebilir şekle getirmek için ameliyat öncesi de uygulanmaktadır. Kanserlerin bir grubu yalnız radyoterapi ile tedavi edilir.

Tıbbi Onkoloji:;Kanser ilaçlarını uygulayan uzmanlık dalıdır. İlaçlar kan yolu ile bütün vücuda yayıldıkları için bu tedavi, yöresel tedavi olan radyoterapiden farklı olarak, sistemik etkilidir. Ameliyat ya da radyoterapiden önce veya sonra uygulandığı gibi, bu tedavilerle eş zamanlı da uygulanmaktadır. Ayrıca kanserlerin bir grubu yalnız ilaçlarla tedavi edilebilmektedir. Tıbbi onkoloji uzmanlığının tedavide kullandığı ilaçların sayısı, alanı ve uygulama yöntemleri gün geçtikçe genişlemektedir.

Kemoterapi:
Tıbbi onkolojinin uyguladığı ilk tedavi yöntemidir. Kanser hücresinin öldürülmesine yönelik (sitotoksik) ilaçlarla yapılan bu tedavi son yıllarda büyük aşama göstermiştir. Önceleri yaygın ve artık tedavisi mümkün olmayan hastalarda konforlu ve biraz daha uzun yaşam için uygulanan bu tedavi her gün yeni çıkan ilaçlar ve yöntemlerle bu grup hastalarda çok daha ileri ve iyi başarılar sağladığı gibi, artık hastalığın her dönemimde değişik amaçlarla uygulanmaktadır.

Kemoterapi ameliyatlar ile birlikte de kullanılmaktadır. Erken dönemde teşhis edilen hastalarda, saptanması mümkün olamayan mikroskobik yayılmalar olabilir görüşü içerisinde, birçok kanserde ameliyat sonrası (adjuvan) kemoterapi uygulanmaktadır. Aynı görüş içerisinde ya da ameliyat edilemez durumda olan hastalarda ameliyat öncesi (neo-adjuvan) kemoterapi yapılmaktadır. Kemoterapi bazı kanserlerde radyoterapi beraberliğinde uygulanmaktadır. Ayrıca kemoterapinin tek başına sonuç aldığı bazı kanserler de vardır.

Biyolojik tedaviler:
Genelde, kanser tedavisindeki geleneksel yaklaşım insan ve tümör ilişkilerini indirekt olarak değiştirmeye yöneliktir. Fakat biyolojik tedavilerde temel yaklaşım insanın normal hücrelerinin bütünlük ve çalışmasını bozmayacak şekilde sonuca ulaşmaya yöneliktir. Kanser neden veya nedenleri araştırmalarının hücredeki genlere kadar özelleşmesi ve nükleer teknolojinin ilerlemesi ile kanser tedavisinde güncel olan sonuca yönelik tedaviler yanında nedene yönelik biyolojik tedavilerin alanı her gün genişlemektedir. Biyolojik düzenleyiciler adı altında toplanan bu ilaçların kanser hücresini öldürmekten çok genellikle tümörün gelişim olayına etkili oldukları kabul edilmektedir. Bu grupta vücudun temelde mevcut olan savunma sistemini düzenleyen veya eksiklerini tamamlayan bağışıklık uyarıcılar, bozuk genleri onaranlar, hücre bölünmesini durduranlar, tümör dokusunun damar yapmasını önleyiciler, kanser hücresini intihara zorlayanlar ve yayılmayı engelleyenler bulunmaktadır.

Hormonlar:
Bir grup kanserin hormon bağımlı olduklarını bilinmektedir. Bu grup kanserlerin tedavisinde hormonların sentezini veya etkisini önlemeye yönelik ilaçlar kullanılmaktadır.

Kanser Tedavisinde Kanıtlanmamış Çareler

Suiistimale son derece açık bir konu olmasından dolayı, bugün hemen her ülkede, hiçbir bilimsel temeli olmayan ve araştırmalara kapalı yöntemlerle kanserde şifa sağladığını iddia eden kişiler bulunduğunu itiraf etmek gerekiyor. Uluslararası Kanserle Savaş Birliği’nin açıklamasına göre, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde dahi kanser hastalarının %50 kadarının etkinliği kanıtlanmamış yöntemleri kullandıkları sanılıyor. Bu yöntemler bilimsel yöntemlerin yerine veya onlara ek olarak kullanılıyor ve bu uygulamalar çok defa doktorların bilgisi dışında yapılıyor

Kanıtlanmamış yöntemlerle ilgili bilgiler meslekten olmayan kişilerce, ve ender de olsa, maalesef doktorlar hatta tanınmış ve saygın bilim adamları tarafından bilim dışı bir tavırla benzer şekilde topluma sunulmaktadır. Bu tür kanıtlanmamış yöntemler, gündelik yazılı ve görsel medyada da oldukça sık gündeme getirilerek, hemen her kanser hastası veya hiç olmazsa ailesi ve çevre arkadaşları bunları okuyup izlemekte ve etki altında kalmaktadır.

Bu kişiler, doğal ürünleri uyguladıklarını, ürünlerinin yan etkilerinin olmadığını, bu ürünlerin hastaların savunma mekanizmalarını harekete geçirdiğini, ürünlerinin her çeşit habis hastalığa ve ayrıca bu gruptan tamamen ilgisiz diğer birçok hastalığa etkili olduğunu iddia etmektedirler. Bir sır veya mucize olan tedaviyi, buluşları çalınabileceği için, yalnız kendilerinin verebileceklerini ifade ederler, tedavi ile şifa sağladıkları eski hastalarından mektuplar ve şahitlere sahip olduklarını ileri sürerler, tanınmış kişileri bu düşünce ve yöntemlerin destekleyicisi olarak gösterir ve başarısızlıklarını yönteme değil, hastaya yüklerler, yöntemleri kontrollü klinik çalışmalara değil, hastaların ifadelerine dayalıdır, elde ettiklerini iddia ettikleri sonuçlarını bilimsel olmayan bazı toplantılarda bildirirler veya gündelik medyada açıklarlar, tıbbi kuruluş mensupları tarafından dikkate alınmadıklarını ve kendilerine baskı yapıldığını sıklıkla tekrarlarlar, tıbbi konuda uzmanlaşmış kişilerle konsültasyonu reddederler veya önce kabul edip sonra vazgeçerler.

Klasik tıbba karşı ciddi bir sorun olan bu uygulamalara hastaların yaklaşımı için çeşitli nedenler var. Önde gelen neden korkudur. Çünkü, genelde kanser birçok kişiye göre kısa sürede ağrılı ölümle eş anlamlıdır ve doktorun iyileşme için güvence veremediği durumlarda korku daha çok artar. Ayrıca, klasik kanser tedavisi şekil bozukluğu, yanık, bulantı ve kusma, saç dökülmesi seksüel yetmezlik endişesi ve bağışıklık sisteminin bozulması gibi sonuçlara da varabileceğinden, hasta bilimsel tedavi süresince kendisinin yapabileceği çok az şey olduğunu düşünerek tedavi ve iyileşme yolunda daha aktif olacağı olanakları sunan yöntemleri tercih edebilmektedir.

Ancak, bu kişiler, bu çare ve yöntemler şifa sağlayamadıkları gibi, ayrıca, kalifiye bir doktorun tedaviye başlayarak şifa elde etme zamanını ve şifa olanağını da azaltırlar. Bu nedenlerle, kanserin ne olup/olmadığını ve bilimsel tıbbın ne olduğunu ve ne yaptığını çok iyi bilmek gerekir.

Tıpta bir hasta grubunda tedavi yöntemlerini değerlendirmek amacıyla tıp ve istatistik bilimlerine dayalı özenle düzenlenmiş bilimsel araştırmalar bir disiplin ile yürütülmektedir. Böylece, farklı yapı ve davranış özellikleri olan ikiyüzden çok sayıda insan kanserinde de farklı tedavi yaklaşımları “klinik çalışma disiplini” ile ortaya konulmaktadır. Klinik çalışmalar tek bir merkezde veya çok sayıda merkezlerde yapılabilir ve bu çalışmalar genelde uluslararası organizasyonlarla yapılmaktadır. Her çalışmada, değişmeyen temel ilkeleri kapsayan, protokoller sapması olmayan doğrultuda uygulanır.

Her ne kadar “doğaya dönüş” günümüz modası olsa da bilim ve teknoloji inançsızlığını da kabul etmek mümkün değildir. Bu alanda ileri düzeyde olan ülkelerde kanserin gerek tanı gerek tedavi olanakları için milyarlarca dolar sarf edilirken, sorunu mutfakta kaynayan ısırgan otu veya zakkum tenceresi, öldürülen kaplumbağa kanı ve benzeri kanıtlanmamış çareler ile çözmek mümkün değildir. Kanser tedavisi konunun uzmanları olan doktorlar tarafından yapılmalıdır. Bilim ve akıl yolundan sapmak, yalnızca zaman kaybına ve bilimsel gerçeğin ışığından uzaklaşıp karanlıkta kalmaya yol açar.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)