MAJOR DEPRESYON VE RİSK FAKTÖRLERİ: KORUNABİLİR MİYİZ?

Yazar Aykut ÇobadakPsikiyatrist • 31 Temmuz 2017 • Yorumlar:

MAJOR DEPRESYON VE RİSK FAKTÖRLERİ: KORUNABİLİR MİYİZ?

Major depresif bozukluk, aynı iki haftalık dönem içerisinde çökkün duygudurum ilgi yitimi ya da zevk alamamadan biri ile birlikte kilo kaybı, uykusuzluk veya aşırı uyuma, değersizlik, ajitasyon ya da retardasyon, yineleyici ölüm düşünceleri, odaklanmakta güçlük çekme gibi beliritlerden toplamda beşinin olmasıyla tanımlanır.

 

Dünya Sağlık Örgütü 2020 yılında Depresyonun 2. En sık görülen hastalık olacağını söylemektedir. Gelişmiş ülkelerde depresyonun 12 aylık yaygınlığı, %3.1 ile %10 arasında değişmektedir.Depresyon yaygınlığı ile ilgili yapılan çalışmaların önemli bir kısmı ABD ve Avrupa ülkelerine aittir. 2011 yılında 10 gelişmiş, 8 az veya orta gelişmiş ülkenin dahil olduğu çalışmaya göre; yaşam boyu major depresif epizod yüksek gelirli ülkelerde (%14.6), düşük ve orta gelirli ülkelere (%11.1) göre daha yüksek bulunmuştur. Yaşam boyu yaygınlığı en az görülen ülkeler (‹%10) orta ve düşük gelirli ülkeler (Meksika, Çin, Hindistan, Güney Afrika), en yüksek (›%18) görülen ülkeler yüksek gelirli ülkelerdir (Fransa, Hollanda, Yeni Zelanda ve ABD).

DEPRESYON GELİŞİMİNDE ETKİLİ RİSK FAKTÖRLERİ

Major depresif bozukluk gelişmesinde, genetikten çevresel faktörlere kadar birçok faktör etkilidir. Depresyonun ortaya çıkmasında rol oynayan etkenler, kabaca ve yüzeysel olarak dört gruba ayrılabilir: Biyokimyasal, genetik, psikodinamik, toplumsal-çevresel etkenler. Bu etkenler sürekli ve dinamik olarak kendi içlerinde etkileşim içerisindedirler. Örneğin genetik faktörler kişinin ruhsal-toplumsal etkilere tepkisini belirleyebilmektedir. Psikodinamik etkenler, kişilik özellikleri depresyon gelişiminde önemli etkilere sahiptir. Yapılan çalışmalarda özellikle, nörotizm (sinirlilik, anksiyete, gerginlik, emosyonel hareketlilik ile karakterize) ve bazı kişilik bozukluklarında depresyonun yaygın görülüyor olması erken dönem gelişim basamaklarının önemini göstermektedir. Ancak bu yazının sınırları sosyal müdahalelerle düzeltilebilecek risk faktörlerinin tartışılması olacaktır. Biyokimyasal ve psikodinamik etkenlere değinilmeyecektir.

Genetiğin Etkisi

Yapılan çalışmalarda aileselliğin %31-42 arasında olduğu gösterilmiş ve bunun şizofreni ve bipolar bozukluğa göre daha düşük olduğu belirtilmiştir. Monozigot(tek yumurta ikizleri) ikizlerde eş hastalanma oranı dizigot(çift yumurta ikizleri) ikizlere göre daha yüksek bulunmuştur.

Yaş, Cinsiyet ve Medeni Durum

Depresyon her yaş grubunda görülebilen bir bozukluktur. Bir çalışmada , 30-44 yaşları arasında daha yaygın olarak bulunmuşken, 2010 yılında yapılmış başka bir çalışmada 30 günlük, 12 aylık ve yaşam boyu major depresif bozukluk 65 yaş ve üzerinde en az bulunmuş olup, yaşam boyu yaygınlık 35-49 yaşlarında daha yaygın bulunmuştur . Dünya Sağlık Örgütü tarafından yaptırılan araştırmada ortalama başlangıç yaşı 28.9’dur .

Yapılan birçok çalışmada, kadınlarda erkeklerden 2 kat daha fazla görüldüğü bulunmuştur. Kadınlarda daha fazla görülmesi şu risk faktörleriyle açıklanmaktadır:

* Kadınların çocuklukta daha fazla ailesel kötü ortama maruz kalması (cinsel istismar gibi)

* Daha erken yaşlarda depresyon ve anksiyete bozukluklarının başlaması

* Sosyal ve kültürel normların kadınlara bakış açısı

* Kötü yaşam koşullarına daha fazla maruz kalmaları

* Hormonların etkisi

* Doğum sonrası dönemde depresyon riskinin fazla olması

* Perimenopoz döneminin depresyon açısından riskli olması

Depresyonun medeni durumla ilişkisi bir çok araştırmada incelenmiş olup, bunların önemli bir kısmında ayrılmış olanlarda ve dullarda Major Depresif Bozukluk yaygınlığının daha fazla olduğu bulunmuştur

Çalışma ve Ekonomik Düzey

Ekonomik düzeyle depresyon arasındaki ilişki, uzun yıllardan beri araştırmaların konusu olmuştur. Araştırmalar, düşük sosyoekonomik düzeyin depresif epizod başlaması ve epizodun devam etmesi riskini artırdığını göstermektedir. Bu durumun, toplulukların sosyal refah düzeyi, sosyal kohezyon, altyapı, sosyal güvenlik mekanizmalarıyla ilişkili olabileceği belirtilmektedir. İşsiz olmanın depresyon skorunu artırdığı bulunmuşken, 1 yıllık izlemde, finansal durumun kötüye gitmesi, yoksulluğun artması, yaşam koşullarında zorluğun depresif semptomların artması açısından risk oluşturduğu gösterilmiştir. Katılımcılarda ekonomik durumun kötüye gittiği yıl, depresyon parametrelerinde artış gözlenmiştir .

Bir çok araştırma göstermiştir ki, sınıfsal farklılıkların depresyon gelişimi üzerinde önemli etkileri vardır. mavi yakalılarda ve düşük ekonomik geliri olanlarda, yüksek gelirliler ve beyaz yakalılara göre depresyon gelişme riski daha fazladır.

Olumsuz Yaşam Olayları

Erken çocukluk travmaları ve olumsuz yaşam olayları, yetişkinlerde depresyonun başlamasıyla, şiddetinin artmasıyla ve depresyon riskinin artmasıyla ilişkilidir. Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar fiziksel ve cinsel kötüye kullanım ve ihmalle, erişkinlikteki depresyon arasında ilişkiyi göstermiştir . Özellikle ayrılma ve ölümle olan ebeveyn kaybı erişkinlikte depresyon riskiyle ilişkilidir.

Stresin major depresyonu tetiklediği bilinmektedir. Bunlar arasında en fazla dikkati çeken unsur da ani haber alma ve iş değişikliğinin olmasıdır. Yaşam olayları ve depresyon arasında sıkı bir ilişki olduğu bir çok araştırmada net bir şekilde ortaya konmuştur . Bunlar arasında en fazla dikkati çeken unsur da ani haber alma ve iş değişikliğinin olmasıdır. Her stres yaşayan kişi depresyon yaşamaz. Bunun nedeni de herkesin genetik yapısının, mizacının, kişilik yapısının farkılı olmasıyla birlikte, stresle baş etme gücündeki bireysel farklılıklardır. Ancak hangi yapıda olursa olsun herkes yaşam süreci içerisinde yukarda belirtilen oranlarda depresyon riski altındadır.

Kronik stresin, kronik depresif duygudurumla ilişkili olduğu gösterilmekte ve çalışma yaşamındaki sorunlarla, eşler arasındaki ilişki sorunlarının en fazla gözlenen nedenler olduğu belirtilmektedir. Belirli stresli deneyimlere maruz kalma olasılığı yaşla artar. Bunlardan, hastalıkların başlaması, eş kayıpları, yeti yitimi ve sosyal temas azlığı yaşlılarda depresyonu tetikleyebilir.

Sonuç ve Öneriler

Önlenebilir etkenlerin başında çocukluk çağı travmaları gelmektedir. Çocukluk çağında yaşanan fiziksel, duygusal ve cinsel travmaların azaltılması sadece depresyonun değil bir çok psikiyatrik bozukluğun gelişimini önleyebilir. Anne ve babaların ebeveynlik ve çocuk gelişimi ile ilgili bilgi ve eğitim düzeylerinin artırılması hedeflenmeli, travma mağdurları koruma altına alınmalı, travmaya uğratanlarla ilgili ek tedbirler alınmalıdır. Bunun, çocuklarda güven duygusunu artırarak, kimlik ve karakter gelişiminde olumlu bir katkısı bulunacaktır. Alkol ve madde bağımlılığının önüne geçilmeli, ailede böyle bir durum varsa profesyonel yardım alınmalıdır.

Ekonomik ve toplumsal eşitlikte iyileşmenin sağlanması, çalışma koşullarının düzeltilmesi, güvenceli çalışmanın sağlanması toplumsal olarak depresyonun önlenmesinde önemli bir adım olarak önümüzde durmaktadır.

Kadınlarda, erkeklere göre iki kat daha fazla görülmesi, kadınlarda fazla görülmesine etken sebeplerin ortadan kaldırılması için özel bir çalışmayı gerektirmektedir. Toplumda eşitsizliğin ortadan kaldırılması, baskıcı aile ve toplum yapısının değişmesi, toplumsal normlarda kadınlara bakış açısının değişmesi gerekmektedir. Özellikle belirlenen riskli yaş grupları hedef alınarak bunun sebepleri daha net olarak ortaya konmalıdır. Tüm bu risk faktörleri, koruyucu ruh sağlığı çalışmalarının , depresyon görülme olasılığını azaltabileceğini, bireysel, toplumsal ve ekonomik kayıpların önüne geçebileceğini net bir şekilde göstermektedir.

Yukarıda belirtildiği gibi, mutsuzluk, isteksizlik, yaşamdan keyif alamama, uyku bozukluğu, iştah bozukluğu gibi depresyon belirtileri var ise zaman kaybetmeden profesyonel yardım alınması depresyonun tedavisi açısından önemlidir.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)