Tuz ve Hipertansiyon

Ah o tuz değil mi, yüzyıllardan beri üzerine öyküler yazılan, adaklar adanan, şarkılar yazılan, savaşlar yapılan. Tuz, yüzyıllardan beri yaşamımızın vazgeçilmez maddelerinden birisi olmuştur. İlk çağlarda o kadar değerli bir maddeydi ki, para birimi olarak bile kullanılmıştır. Eskiden, Roma askerlerinin ücretleri tuza karşılık gelen birim ile ödenirdi. Bugün İngilizcede “ücret” anlamına gelen “salary” kelimesinin kökeni, “salt” yani “tuz”’dur.

Tuzun hayatımıza girmesi medeniyetin ilerlemesiyle birlikte artmıştır. İnsanlar yerleşik toplum düzenine geçtikçe besinlerin bozulmadan saklanma gereksinmesi artmış, bu nedenle tuz kullanılmıştır. Tuz, iyi bir koruyucudur. Besinler tuz ile muamele edilerek uzun bir süre saklanabilirler.

Hayvansal gıdaların tüketilmesinin artmasına ve konserve yapılma ihtiyacına paralel olarak, tuz tüketimi ve beraberinde yüksek tansiyon gelişme riski de artmıştır.

Tuzun kullanıldığı o kadar çeşitli alan vardır ki, saymakla bitmez. İnsanlık için gerekli birçok yerde kullanılan tuz, fazla alındığı zaman vücutta zehir görevi yapar.

Aslında vücut için tuz, gerçekten de gerekli bir maddedir. Hücrelerin çalışmasında ve kanın damar içerisinde rahat dolaşmasında tuzun büyük katkısı mevcuttur. Ama ne kadar alınmalıdır, bu çok önemlidir. Normalde vücudun günlük tuz ihtiyacı, 250-500 mg kadardır. Ama biz gıdalarımızla bunun 20-25 mislini, hatta daha da fazlasını yani günlük gıdalarımızla yaklaşık 9-12 gram arası tuz alırız.

Şimdi gelelim tuz ile hipertansiyon arasındaki ilişkiye. Bu ilişki çok uzun zamandan beri bilinmektedir. Tuz, yüksek tansiyona nasıl neden olur, şimdi onu anlatalım: Birincisi tuz demek, hacım demektir, fazla tuz alındığı zaman damar içerisindeki kan hacmi artar. Damar hacminin artması yüksek tansiyon gelişmesinde önemli bir faktördür. Ancak en önemli mekanizma, tuzun böbrekler üzerine yaptığı tesirdir. Tuz, renin-aldosteron sistemi denilen bir hormon sistemini harekete geçirerek yüksek tansiyona neden olmaktadır. Tuzun yüksek tansiyondaki etkisiyle ilgili ileri sürülen birçok teorik mekanizma vardır. Burada anlatılması sadece kafa karıştıracağı için bahsedilmeyecektir.

Görüldüğü gibi, hayatımız için en önemli minerallerden birisi olan tuzun fazlası çok zararlı olabilmektedir.

Peki tuz nedir? Sofralarımızda kullandığımız tuz, aslında sodyum klorür denilen tuzdur. Yüksek tansiyonda rol oynayan asıl tuz, sodyum klorürdür. Burada da rol oynayan madde, sodyum elementidir. Gerçi klor elementinin de hipertansiyonda rolü olabileceğine dair görüşler mevcuttur, ancak tam kanıtlanamamıştır. 

Sodyum ayrıca bikarbonat ile birlikte de olabilir. Biz bunu sodyum bikarbonat olarak adlandırırız. Kolalı içeceklerde bulunan sodyum bikarbonat şeklindedir. Yüksek tansiyonda asıl rol oynayan tuz, sodyum klorür, yani sofra tuzudur. Bikarbonat şekli daha az rol oynamaktadır.

Tuz, yüksek tansiyon dışında da bazı olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Aşırı tuz alımı yüksek tansiyondan bağımsız olarak inme riskini artırabilir. Kalp duvarlarındaki kalınlaşmayla, böbrek bozuklukları aşırı tuz alanlarda daha fazla görülmektedir. Kemik erimesinde, böbrek taşı oluşmasında da fazla tuz alımının rolü olduğuna dair görüşler mevcuttur. Bu hasarlar dışında aşırı tuz tüketiminin mide kanseri, gözde katarakt gelişmesi, astım ile de yakın ilişkisi olduğu söylenmektedir. 

Peki biz niye tuzlu yemek yemeye bayılırız? Hatta bazılarımız hiç yemeğin tadına bakmadan tuz atarlar. Tuza bağımlılığın açıklanması şu şekilde yapılmaktadır: Damak tadı ve lezzeti yapan en önemli iki madde, yağ ve tuzdur. Bu iki maddeyi ne kadar fazla korsanız, yemek o kadar lezzetli olur. Hani derler ya Türk yemekleri çok lezzetlidir. Tabi sen hangi yemeğe tuzu ve yağı fazla atarsan, o yemek lezzetli olur. Bizim yemeklerimiz olarak iddia edilen kebap ve tatlılarımızda ne kadar tuz ve yağ olduğuna bir bakın, lezzetin nereden geldiğini anlarsınız. Aslında bu yemekler, Anadolu’nun öz yemekleri değildirler, çoğu dışarıdan, özellikle Ortadoğu ülkelerinden alınma yemeklerdir. Bizim öz Anadolu yemekleri, fazla yağlı ve tuzlu değildirler. Ege ve Güney Anadolu’nun öz yemekleri, sebze ve meyva ağırlıklıdır. Eskiden iç kısımlarda da kavurga ve bulgur gibi bitkisel yemekler daha çok tüketilmekteydi. Son zamanlarda bu alışkanlıklar değişmiş, bu yörelerde de birinci sırada tüketilen yiyecekler et, yağ ve tuzdan oluşan yiyecekler olmuştur.

Şimdi gelelim lezzet konusuna. Lezzeti algılayan ağız ve dilimizdeki tomurcuklardır. Biz tuzlu yedikçe bu tomurcukların sayısı ve büyüklükleri artar. Bu nedenle daha çok tuzlu yemek isteriz. Tuzu azalttığımız zaman bu tomurcukların sayısı ve büyüklükleri azalır. Bu sefer normal tuzlu yemek bile kişiye çok tuzlu gelmeye başlar. Bu durumu sağlamak için bir süre sabretmek ve tuzsuz yemeye alışmak gereklidir. 

Peki yüksek tuz tüketimi bizim kaderimiz mi? İnsanoğlu yaşamı süresince çevreye uyum konusunda çok başarılı sınavlar vermesine karşın, tuzun fazla tüketimine uyum sağlama konusunda başarısız olmuştur. Fazla tuz, vücudumuzda birçok olumsuz durumun gelişmesine yol açmaktadır. Yukarıda da anlattığımız gibi, atalarımız otobur insanlar olmasına karşın, medeniyet ilerledikçe insanlık etobur hale gelmiştir. Etoburluk, damak tadında değişikliklere yol açmış, tuz tüketimi giderek artırmıştır. 

Bizler çocukluğumuzun erken evrelerinden itibaren ebeveynlerimizin damak tadına uygun olarak tuz ile karşılaşmaktayız. Burada bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Şöyle bir düşünün, bebeklerimize çorba verdiğimiz zaman, tuzun tadına kim bakar, anne bakar. Kendi damak tadına göre çorba tuzsuz ise, tuz atar ve bebeğe yedirir. Burada gariban bebeğin hiçbir rolü yoktur, annenin damak zevkine göre yemeklerin tuzu ayarlanmaktadır. Yani biz, yaşamımızın ilk anlarından itibaren ebeveynlerimizin damak zevkine göre tuz ile karşılaşmaktayız. Bir süre sonra bizim damak tadımız tuza alışmakta, tuz tüketimimiz giderek artmaktadır.

Burada vurgulamak istediğim önemli noktalardan birisi tuz, her insanda yüksek tansiyona neden olmaz. Neden bazı insanlarda tuz çok önemli faktör olmasına karşın, bazı kişilerde ise tansiyonda etkili olmamaktadır? İşte burada açıklayamadığımız bazı faktörler rol oynamaktadır. Şişmanlık bölümünde de anlattığımız gibi, yüksek tansiyonda birçok faktör rol oynamaktadır. Tuz, faktörlerden sadece birisidir. Öncelikle şahsın genetik olarak hipertansiyona yatkınlığı çok önemlidir. İleri sürülen görüşlerden birisi de, tuza hassas olan kişilerin böbreklerinden tuz atılımını engelleyen bir durumun mevcut olma olasılığıdır. 

Tuza duyarlı olmak, renin-anjiyotensin hormon sisteminin işleyişinde önemli rol oynamaktadır. Tuza hassasiyet konusunda daha birçok mekanizma ileri sürülmektedir. Şurası unutulmamalıdır, tam tuzsuz yenildiği zaman tansiyon tamamen normale gelecektir diye bir görüş yanlıştır. Tuz kısıtlaması, tansiyon tedavisine çok yardımcı olmaktadır. 

Peki, bir kişinin tuza hassas olup olmadığını nasıl anlarız? Bunun için birçok yöntem tarif edilmesine karşın, tuz hassasiyetini belirlemekte yetersiz kalmaktadırlar. Ama en geçerli yöntem nedir biliyor musunuz? Eğer hasta tuzlu yediğim zaman tansiyonum çıkıyor diyorsa, bu kişi tuza hassastır, ciddi tuz kısıtlaması gerekmektedir. Kilolu kişiler, şeker hastaları ve yaşlılar tuza hassastırlar, tuz kısıtlamasından büyük yarar görürler. 

Tuz kısıtlaması tansiyonu normale getirme yanında, bir kısım tansiyon ilaçlarının daha etkili olmasına neden olmaktadır. Tuz kısıtlamasına uyan hastalara biz hekimler tansiyon ilaçlarını daha düşük dozda kullanırız. 

Bu konuyu şu şekilde bağlamak istiyorum. Tuz ile hipertansiyon arasında yakın ilişki vardır ve tedavide tuz kısıtlaması her tansiyon hastası için değerlidir

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Yorumlar: (0)