Ailemizden Gelen Miraslar: Kuşaklararası Geçiş

Yazar Dila HotlarPsikolog • 18 Mart 2021 • Yorumlar:

Son yapılan bilimsel araştırmalar travmanın etkilerinin bir nesilden diğer nesile geçebileceğini aktarmaya başladı. Bu “miras” bilinen adıyla kalıtsal aile travmalarının konusunu oluşturuyor. Bu yazıda da ailemizde aldığımız bu “mirasları”, bu mirasların kaynaklarını, nasıl bize geçtiğini ve rahatsız olduğumuz noktada nasıl çözümlenebileceğini ve gündelik hayatımıza nasıl daha az etki edebileceğini inceliyor olacağız.

Ailenizle deneyimlediğiniz geçmişiniz, anneniz size hamile kalmadan önce başlar; üç neslin aynı biyolojik çevreyi paylaştığı günümüzde bilinen bir gerçektir. Lipton’a göre bir annenin duyguları; korku, öfke, sevgi, umut gibi çocuklarının genetik ifadesini biyolojik olarak da değiştirebilir. Öfke ve korku gibi kronik veya tekrarlayan duyguların gebelikten itibaren çocuğu etkileyebileceğini biliyoruz ancak yeni yapılan araştırmalarla edinilen bilgiler bu duyguların çocukta genetik olarak da iz bırakabildiği yönündedir.

Farelerde yapılan araştırmalar stresin en az üç nesil aktarabildiğini gösterdikten sonra, insanlarda travmatik veya stresli bir olayın büyük ihtimalle bu örüntüyü sadece çocuklarına değil, aynı zamanda torunlara da aktarılabileceği tahmin edilmektedir. Aslında konu sadece ebeveynlerimizden kalıtım yoluyla aldıklarımız değil, aynı zamanda onlara ne tür ebeveynlik yapıldığı da bizim partnerlerimizle, kendimizle ilişkimizi ve çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi de etkilemektedir. İyi de olsa kötü de olsa, anne babalar kendilerine yapılan ebeveynliği aktarma eğilimindedir. Yani aslında bize nasıl ebeveynlik yapıldığı bizim bağlanma stillerimizin oluşmasında etkili olduğu için daha sonra kurduğumuz yakın ilişkilerde de bu örüntü devam eder. Hatta bunun etkileri kendi çocuğumuza nasıl ebeveynlik yaptığımıza kadar devam eder. Tabii ki bunun farkına varıp değişim için adım atmadığımız sürece…

Jung, bilinçli olmayan ne varsa kader olarak deneyimlenecektir der. Diğer bir deyişle, farkındalık ışığına getirmediğimiz müddetçe muhtemelen bilinçaltı kalıplarını tekrarlamaya devam ederiz. Hem Jung hem de Freud işlenmesi zor olan ne varsa kendi kendine yok olmadığını ancak daha ziyade bilinçaltında saklandığını belirtmiştir. Hiçbir şey kaybolmaz; sadece parçalar yön değiştirir. 

Ailemizdeki bireyler dayanması zor travmalar yaşadığında, suçluluk ve keder hissettiğinde algılanan duygular çok yoğun olabilir ve kontrol edilebilecekleri veya çözebilecekleri boyutun ötesine geçebilir. Bu insan doğasıdır; acı çok büyük olduğunda insanlar ondan kaçmaya çabalar. Ancak duygularımızı engellediğimiz zaman, bilmeden bizi doğal olarak serbest bırakmaya götürebilecek olan gerekli iyileşme sürecine de engel oluruz. Bazen acı kendini ifade edebilecek veya çözüme kavuşabilecek bir yol bulana kadar saklı kalır. Bu ifadeler genellikle bir sonraki nesilde bulunur ve açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilir. Nöropsikolog Rick Hanson, “Zihin negatif anılar için bağlayıcı bir bant gibidir, pozitif olanlar içinse bir teflon gibidir.” demiştir. 

Bu noktada psikosoybilim kavramına bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum: Psikosoybilim, bir teknik ve bir bilim; ruhsal mirasımızı anlamamızı, onu en iyi şekilde kullanmamızı ve eğer gerekiyorsa dönüştürmemizi sağlayan bir yöntemdir. İlk olarak geçmişle yüzleşmek, fakat aynı zamanda kendi balını yapabilmek için aile bahçesinden çiçek özü toplamaktır. 

Danışan açısından klinik psikosoybilime katılmak; yaşadığı travmaların, kötü bir aile geçmişine artçı etkilerinin, sonuçlarının, olası etkilerinin, yaralarının, hatalarının, yanlışlarının, utançlarının, suçluluklarının, pişmanlıklarının, kayıplarının, yaslarının, sırlarının, dile getirilmeyenlerinin ve benzer şeylerin neden olduğu tahribatın üstesinden gelmek için geçmişinden getirdiği ve kapalı tuttuğu valizlerini açmaktır. 

Kuşaktan kuşağa aktarılan ve çözümsüz kalmış şeyler sadece “günahlar”, yanlışlıklar ve kabahatler değildir, aynı zamanda çarpıcı, hatta mutlu olaylar da vardır. Nasıl olursa olsun her birey belli bir soy zincirine kayıtlıdır. Ve soy zinciri demek aynı zamanda ortak atalar, miras ve iletme demektir. Gözlerimizin rengini, saçlarımızın ve derimizin niteliğini, hastalığa ya da sağlığa yatkın bir bedeni, bazen müzikal ya da sanatsal yeteneklerimizi ama bazen de kaygılarımızı atalarımızdan miras alırız. 

İnsanlar buzul çağından bu yana hep kalabalık gruplar ve kabileler halinde yaşadılar. İlk reflekslerimiz gruba ayak uydurmak ve “herkes gibi yapmaktır”, istisnalar ise kaideyi bozmaz. İçimizde bir şey bizleri, ailemizi ve onun düşünce ve yaşam biçimini “savunmaya”, bilinçli arzularımız başka türlüsünü yapmayı istese bile ailenin davranış kalıplarını (bilinçli veya bilinçaltı aile sadakati) yeniden üretmeye iter. Kendimizi diğerlerinden ayırt etmek için yapılanın tersini yapsak bile geçmiş atalarımızın başkaldırı biçimini yenilemiş oluruz; seçmek ve eylemde bulunmak yerine karşı çıkmış oluruz, bu da ebeveynden özgürleşmeyi değil onlara karşıtlık üzerinden bağlı olmayı getirir. 

Tüm miraslarda olduğu gibi, herkesin payına çok çeşitli duygu ve eşya düşer: iyi şeyler, kötü şeyler, tehlikeli şeyler, kendisiyle ne yapacağımızı bilmediğimiz bir sürü şey. “Right or wrong, mycountry” Aile benim ailemdir, onu kabul ediyorum çünkü geçmişimi değiştiremem. Fakat aile geçmişimi “çalışarak” ona karşı mesafe alabilirim ve hayatın idaresini, kendi hayatımın idaresini ele geçebilirim. Peki burada önemli bir soru gündeme gelmekte: NASIL?

Doidge insan beynini sabit ve değişmez olarak gören yaklaşımdan beynin esnek ve değişim kapasitesi olan bir şey şeklinde tanımlayarak insan beyninin nasıl çalıştığına ilişkin inancımızı kökten değiştirmiştir. Onun çalışmaları yeni deneyimlerin nasıl yeni nöral yollar oluşturabildiğini göstermiştir. Bu yeni nöral yollar tekrarlanma ile güçlenip, odaklanmış dikkat ile derinleşebilmektedir. Özünde bir şeyi ne kadar çok uygularsak beynimizi değişime yönelik o kadar eğitmiş olmaktayız. 

Yeni bir beceriyi uygulamak, doğru koşullar altında, beyin haritalarımızdaki sinir hücreleri arasındaki yüz milyonlarca ve muhtemelen milyarlarca bağlantıyı değiştirebilir. Yeni düşünceler, yeni duygular, yeni algılar ve yerleşmiş yeni bir beyin haritası ile eski travma tepkilerimizle ve bizi yanlış yola sürükleme güçleriyle baş etmeye başlayan iyilik halinin içsel deneyimlerini oluşturmaya başlarız. Yani deneyimle oluşan yapay değişim, beyinde ve hatta genlerde derinlere nüfus ederek onları da şekillendirir. Rachel Yehuda şöyle der; “DNA’nızı değiştiremezsiniz ancak DNA’nızın işleyiş biçimini değiştirebilirsiniz bu bir anlamda aynı şeydir.”

Bütün, parçaların toplamından başka bir şeydir. Her şey yarı sabit bir denge içindedir. Yani şeyler, ilişkiler ne nesneler eğer biz bakımlarını yaparsak kalıcı olur. Bir değişim elde etmek için çok az şey yeterlidir çünkü her şey kuvvetler dengesindedir. Her şeyin dengesini bozmak ve değiştirmek için küçük bir etken eklemek ya da çıkarmak yeterlidir. 

Bazı noktalarda kendinizi sürekli tekrar ettiğinizi düşünüyorsanız, ailenizdeki örüntülerin dışına çıkmakta zorluk çekiyorsanız, tıpkı “anneniz gibi” , “babanız gibi” ya da tam tersi yönde partner seçimleri yapıyor ama aynı zamanda bundan rahatsızsanız, aniden sebebini anlayamadığınız bir ruh haline girdiğinizi fark ettiyseniz bu noktalarda kuşaklararası geçişin sonuçlarını, devamını yaşıyor olabilirsiniz. Bu konuda ayrım yapabilmek için aşağıda kaynaklarda verdiğim kitaplara bakabilir ya da daha farklı kaynaklarda okumalar yapabilirsiniz. Farkındalık düzeyiniz arttıkça bu konuda daha farklı bir noktaya doğru geçebileceksiniz. Birçok konunun farkındaysanız ama eyleme geçme konusunda sıkıntı yaşıyorsanız ya da henüz farkındalık anlamında istediğiniz noktaya geçmediğinizi hissediyorsanız bu çalışmayı bir terapist eşliğinde gerçekleştirebilirsiniz. Takıldığımız yerlerin çözümü bazen bakmadığımız noktalarda çıkabiliyor; bu konuda sizinle çalışabilecek bir uzmanla çalışmak bu kör noktaları aydınlatabilir ve uzun zamandır farkına varmadan bir zinciri olduğunuz düngünüzü kırmanıza yardımcı olabilir. 

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)