Karşılıklı Aşk ve Özgürlük
Karşılıklı aşk, başlarda ruhumuzu bir kuş kadar özgür hissettirir; dünyadaki bütün zorluklara göğüs gerebilecek kadar dayanıklı olduğumuz fikrini benliğimizin en küçük zerresine kadar yerleştirir. Öyle güçlü hissettirir ki insanı, başlamaya korktuğunuz işler bile gözünüze sadece üzerine zıplanılması gereken ufak basamaklar gibi gelmeye başlar.
O insanın elini tuttuğunuzda, zifiri karanlık bir mağarada bile cesaretle sona doğru yürüyebileceğinizi düşünürsünüz.
Peki bu denli yoğun hislerle başlayan ilişkilerimiz, neden zaman geçtikçe kollarımızdan ve bacaklarımızdan zincirlere vurulmuş gibi hissettirmeye başlar?
Zaman içerisinde bu özgürleştirici ve güçlendirici hissin boğazda kalmış bir düğüme dönüşmesi normal mi?
Aşık olmak demek, esareti kabul etmek mi demektir?
Aşk ve özgürlük yan yana gelmesi imkansız iki kavram mıdır?
Bugün Alfred Adler’in yaşam görevleri içerisinde “kırmızı kurdeleler” benzetmesi yaptığı sevgi görevini inceleyecek ve gerçek aşkın ne olduğunu tartışacağız.
Adler’in Üç Evrensel Görevi
Alfred Adler, psikolojide üç evrensel yaşam görevi tanımlar. Ona göre kişinin kendini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi ve evrensel olarak kabul edilmiş, huzurlu bir yaşam yaşayabilmesi için bu görevleri tamamlaması gerekir:
Sosyal görevler
Sevgi görevleri
Topluma katkıda bulunma görevleri
Sevgi görevi, Adler’e göre en karmaşık görevlerden biridir çünkü içinde çok daha fazla olumlu ve olumsuz duygu barındırır. Kıskançlık, sahiplenme dürtüsü, yakınlık, tutku, şefkat, aşağılık kompleksi, öfke, sevgi gibi birçok karmaşık konu aynı anda bile bir ilişkide bulunabilir.
İlişkideki yakınlık arttıkça halihazırda var olan olumlu ve olumsuz duyguların yoğunluğu da artar.
“Bir arkadaş ilişkisi aşka döndüğünde, arkadaşlar arasında müsaade edilen konuşmalar ve davranışlar sevgili oldukları andan itibaren kabul görmeyebilir. Bu da esas olarak karşı cinsten arkadaşlarla sosyalleşmeye izin verilmemesi anlamına gelir ve bazı durumlarda, karşı cinsten birisiyle telefonla konuşmak bile kıskançlığa yol açabilir. Mesafe o kadar yakındır, ilişki de o kadar derindir.”
Bu örnekte de görüldüğü gibi, bir ilişkinin yapısı farklılaştıkça karşılıklı beklentilerimiz değişir. Beklentilerimiz yükseldikçe karşı tarafın bunlara cevap vermesi imkansızlaşır. Çünkü bu noktada, zihnimizdeki ideal sevgi görevini gerçekleştirebilmek uğruna birbirimizi bilinçli ya da bilinçsizce değiştirmeye çalışırız.
Ancak Adler’in bireysel psikolojisine göre bir başkasının alanına karışmak kesinlikle yasaktır. Kendi beklentilerimize uydurmak uğruna onu farklı yöntemlerle yönlendirdiğimizde, o insana kendisini değersiz hissettiririz.
“Adler kişinin partnerini kısıtlamasını kabul etmez. Kişi mutlu görünüyorsa, insan bu durumdan gönülden mutluluk duyabilir. Sevgi budur.”
Her türlü sosyal ilişkimizin sağlıklı yürümesi için öncelikle karşımızdaki kişiyi dengimiz olarak kabul etmeliyiz. Aşk ilişkilerinde de bu kural geçerlidir.
Bir insanı seviye olarak kendimizden bazı konularda dahi olsa aşağıda veya yukarıda görüyorsak, bu ilişkiyi dikey ilişki haline getirir. Dikey ilişki, kişinin diğerlerini kendisine referans alarak bir konuma sokmasıdır.
Rekabetin her zaman alttan alta sürdüğü bu ilişkilerde iki taraf da huzura kavuşamaz. Daha baskın olan kişi bile sürekli kontrolünü koruma zorunluluğu hissederek gerginleşir.
Karşımızdakini olduğu gibi kabul etmek yerine, onu kendi beklentilerimiz doğrultusunda şekillendirmeye çalışmak dikey ilişkiyi doğurur. Her iki taraf da zamanla birbirine olan saygısını kaybeder.
Gerçek sevgi, yatay ilişkidir:
İki kişinin eşit olduğu, birbirinin alanına karışmadığı, isteklerin dile getirildiği ve yapılma kararının karşı tarafa bırakıldığı ilişkidir.
“Birlikte olan iki kişinin baskıcı ve gergin bir ilişkisi varsa, aralarında tutku olsa bile buna aşk denemez. Bu kişiyle birlikteyken özgür davranabiliyorum diye düşünebiliyorsak mümkündür aşk. Böyle bir aşk söz konusuysa, aşağılık duygusuna veya üstünlük gösterme ihtiyacına kapılmadan, sakin ve son derece doğal bir ruh hali içinde olabiliriz. Öte yandan kısıtlama kişinin partnerini kontrol üstüne kurulu bir tavırdır. Sana güvenmeyen bir kişiyle aynı yerde bulunmak insanın tahammül edebileceği doğal bir durum değildir.”
Peki karşı taraf olmazsa olmaz olarak gördüğümüz beklentilerimizi karşılamıyorsa?
Yine de kişiyi bu doğrultuda yönlendirmek ve kontrol etmek, sağlıklı bir ilişki kurmamızı sağlamaz. Aksine karşı tarafa iradesine güvenmediğimizi ve onu kendimizden aşağı gördüğümüz mesajını verir.
Atı suya götürebilirsiniz ama zorla su içiremezsiniz. Sevdiğiniz kişiye beklentilerinizi iletebilir, ancak gerisine karışamazsınız.
Eğer bu beklenti sizin için gerçekten olmazsa olmazsa, o kişi size uygun değildir. Onu ezerek değiştirmeye çalışmak yalnızca ilişkide toksikleşmeye giden yolu hızlandırır.
“Kaçmamalısın. İlişki ne kadar sıkıntı verici olursa olsun, bununla başa çıkmaktan kaçmamalı ya da sorunla yüzleşmeyi ertelememelisin. En sonunda ilişkini makasla keseceksen bile, onunla yüzleşmen gerekir. Yapılacak en kötü şeyse, bu durum hakkında hiçbir şey yapmamaktır.”
Gerçek sevgiyi deneyimlemek, sevilmeme cesaretini gerektirir. Bazı insanlar tarafından sevilmemeniz, doğru insanlar tarafından sevilmeye bir adım daha yaklaştığınız anlamına gelir.
Kaynakça: Kendinle Savaşma Sanatı – Ichiro Kishimi & Fumitake Koga
Bu makalenin DoktorTakvimi web sitesinde yayımlanması, yazarın açık izniyle yapılmaktadır. Web sitesindeki tüm içerikler, fikri ve sınai mülkiyet mevzuatı kapsamında uygun şekilde korunmaktadır.
DocPlanner Teknoloji A.Ş. web sitesi tıbbi tavsiye sunmaz. Bu sayfanın içeriği, metinler, grafikler, görseller ve diğer materyaller de dahil olmak üzere, yalnızca bilgilendirme amacıyla oluşturulmuştur ve tıbbi tavsiye, teşhis veya tedavinin yerini almak amacı taşımaz. Herhangi bir sağlık sorununuzla ilgili şüpheniz varsa, bir uzmana danışınız.