Çocuk Çeteleri ve Akran Zorbalığının Sessiz Patlaması
Türkiye’de son yıllarda çocuklar arasında şiddet, çeteleşme ve akran zorbalığı vakaları dikkat çekici biçimde arttı. Sadece okul bahçelerinde değil; sokakta, sosyal medyada, hatta çevrim içi oyun ortamlarında bile “güç odağı olma” ve “aidiyet arayışı” üzerinden örgütlenen küçük topluluklar ortaya çıkıyor.
Bu tabloyu yalnızca “yaramaz çocuklar” olarak okumak büyük bir yanılgı olur; zira karşımızda çok katmanlı bir toplumsal yarılma var.
Sosyo-ekonomik boyut: Yoksunluk ve eşitsizliğin görünmeyen faturası
Çocuk çeteleri, çoğu zaman ekonomik uçurumların en derin olduğu bölgelerde filizleniyor. Yoksulluk, sadece karnı doyuramamak değil; aynı zamanda değersizlik hissi üretmek demek.
Çocuk, kendini toplumun kenarına itilmiş hissettikçe, ait olma ihtiyacını en kolay “güçlü olanın yanında durmak”la gideriyor. Bu güç, bazen bir çete lideri, bazen bir sosyal medya fenomeni, bazen de silah gibi sembolik bir nesne oluyor.
Eğitimde fırsat eşitsizliği, sosyal devletin zayıflayan refleksleri ve çocukların boş zaman alanlarının daralması, suçu organize bir “çıkış yolu” hâline getiriyor. Çocuklar oyun alanı bulamayınca, güç oyunlarına yöneliyor.
Siyasi boyut: Güvenlik dilinin gölgesinde kaybolan çocukluk
Siyaset, uzun süredir çocukları “geleceğimiz” olarak idealize ederken, onları bugünün sorunlarının öznesi olarak görmüyor. Toplumda artan kutuplaşma, ötekileştirici dil ve şiddeti meşrulaştıran popüler kültür ürünleri, çocukların dünyasında da yankı buluyor.
Güvenlik eksenli politikalar, sorunu “asayiş” meselesine indirgediği için kök nedenleriyle ilgilenmiyor.
Oysa her “suça karışan çocuk” bir yardım çığlığı atıyor: Görün, duyun, fark edin.
Politik düzlemde çocuk politikaları; eğitim, sosyal hizmet ve psikolojik destek ekseninde yeniden yapılandırılmadıkça bu döngü kırılmayacak.
Psikolojik boyut: Aidiyet açlığı ve kimlik krizi
Çocuğun çeteye katılmasının altında çoğu zaman aidiyet ihtiyacı yatar. Ailede görülmeyen, okulda dışlanan, toplumda hor görülen çocuk; çeteler aracılığı ile “ben de varım” diyebilir. Bu, bir tür duygusal sığınmadır.
Akran zorbalığı da aynı kökten beslenir: güçsüz hissetme korkusu. Zorbalar çoğunlukla kendi içsel kırılganlıklarını bastırmak için başkasını ezmeyi seçer.
Kurban ise sessizliğin içinde kaybolur, travması yetişkinliğe taşınır. Bugün okullarda yaşanan her zorbalık olayı, geleceğin toplumsal travmasının önsözü gibidir.
Ne yapılmalı?
Aile temelli psikososyal destek sistemleri güçlendirilmeli, yalnızca çocuğa değil, ebeveyne de rehberlik edilmeli.
Okullarda rehberlik hizmetleri, kriz yönetimi değil; önleyici psikolojik dayanıklılık eğitimi olarak yeniden yapılandırılmalı.
Medyada çocuk şiddeti haberleri sansasyonel değil; eğitici bir sorumluluk bilinciyle sunulmalı.
Politik düzeyde, çocuk refahını güvenlikten ayrı bir alan olarak ele alan çocuk politikaları geliştirilmeli.
Son olarak…
Bugünün çeteleri aslında yarının kaybolmuş çocukları değil; bugünün ihmal edilmiş çocuklarıdır.
Bir toplum, çocuklarının sesini duymuyorsa; sessizlik büyür, bir gün öfkeye dönüşür. Çocuklar birbirine değil, bize ayna tutuyor.
Kritik soru şu: Aynada gördüğümüz bu manzaraya ne kadar bakabiliyoruz?
Bu makalenin DoktorTakvimi web sitesinde yayımlanması, yazarın açık izniyle yapılmaktadır. Web sitesindeki tüm içerikler, fikri ve sınai mülkiyet mevzuatı kapsamında uygun şekilde korunmaktadır.
DocPlanner Teknoloji A.Ş. web sitesi tıbbi tavsiye sunmaz. Bu sayfanın içeriği, metinler, grafikler, görseller ve diğer materyaller de dahil olmak üzere, yalnızca bilgilendirme amacıyla oluşturulmuştur ve tıbbi tavsiye, teşhis veya tedavinin yerini almak amacı taşımaz. Herhangi bir sağlık sorununuzla ilgili şüpheniz varsa, bir uzmana danışınız.