Stresle başa çıkamadığını fark eden birçok birey, bu durumu kişisel bir yetersizlik ya da karakter zayıflığı olarak yorumlama eğilimindedir. “Daha güçlü olmalıyım”, “Herkes bu kadar zorlanmıyor” gibi düşünceler, stresin yarattığı yükü daha da artırır. Oysa psikoloji ve nörobilim alanındaki bulgular, stresle başa çıkamamanın kişilikten çok sinir sistemi işleyişi, öğrenilmiş baş etme biçimleri ve çevresel koşullarla ilişkili olduğunu göstermektedir.
Stres, organizmanın içsel ya da dışsal tehditlere verdiği doğal bir uyum tepkisidir. Akut stres durumlarında devreye giren bu sistem, kısa vadede işlevseldir. Ancak stresin süreklilik kazanması durumunda hipotalamus-hipofiz-adrenal (HHA) ekseni uzun süre aktif kalır. Bu durum kortizol düzeylerinde artışa, otonom sinir sisteminde dengesizliğe ve duygusal düzenleme kapasitesinde azalmaya yol açar. Dolayısıyla kronik stres altında zorlanmak, irade eksikliği değil, biyolojik bir yükün sonucudur.
Bireyler arasında stres toleransının farklılık göstermesi de sıklıkla yanlış yorumlanır. Araştırmalar, erken dönem yaşam deneyimlerinin, bağlanma örüntülerinin ve öğrenilmiş baş etme stratejilerinin stres yanıtını doğrudan etkilediğini ortaya koymaktadır. Özellikle duygularını bastırarak, aşırı sorumluluk alarak ya da sınır koymadan uyum sağlamayı öğrenmiş bireyler, uzun vadede daha yüksek stres yükü taşımaktadır. Bu durum, kişinin zayıf olduğu anlamına değil; geçmişte işlevsel olan stratejilerin artık yetersiz kaldığına işaret eder.
Stresin bedensel belirtilerle ortaya çıkması da sıkça yanlış anlaşılır. Çarpıntı, kas gerginliği, mide-bağırsak sorunları, uyku bozuklukları gibi belirtiler psikolojik bir dayanıksızlık göstergesi değildir; sinir sisteminin aşırı uyarılmış olduğunun sinyalleridir. Bedensel tepkiler, stresin göz ardı edildiği durumlarda daha belirgin hale gelir ve bu da kişinin yaşantısını daha da zorlaştırır.
Bu noktada psikoterapi, stresle baş edememeyi “düzeltilecek bir kusur” olarak ele almaz. Aksine, stresin hangi kaynaklardan beslendiğini, hangi ihtiyaçların karşılanmadığını ve kişinin kendisiyle kurduğu ilişkinin nasıl şekillendiğini anlamayı hedefler. Kanıta dayalı terapötik yaklaşımlar, bireyin duygusal düzenleme becerilerini artırmayı, sınır koyma kapasitesini güçlendirmeyi ve stresle daha sürdürülebilir bir ilişki kurmasını destekler.
Sonuç olarak stresle baş edememek bir kişilik zayıflığı değildir. Bu durum, bireyin psikolojik ve fizyolojik sistemlerinin zorlandığını gösteren anlamlı bir işarettir. Bu işareti ciddiye almak ve uygun destekle ele almak, ruh sağlığını korumanın temel adımlarından biridir.
Bu makalenin DoktorTakvimi web sitesinde yayımlanması, yazarın açık izniyle yapılmaktadır. Web sitesindeki tüm içerikler, fikri ve sınai mülkiyet mevzuatı kapsamında uygun şekilde korunmaktadır.
DocPlanner Teknoloji A.Ş. web sitesi tıbbi tavsiye sunmaz. Bu sayfanın içeriği, metinler, grafikler, görseller ve diğer materyaller de dahil olmak üzere, yalnızca bilgilendirme amacıyla oluşturulmuştur ve tıbbi tavsiye, teşhis veya tedavinin yerini almak amacı taşımaz. Herhangi bir sağlık sorununuzla ilgili şüpheniz varsa, bir uzmana danışınız.