Göçün Psikolojik Etkileri ve Sebepleri

Yazar Ezgi AyyıldızPsikolog • 15 Ekim 2019 • Yorumlar:

Bilindiği üzere son yıllarda göç oldukça artmış bulunmakta. Göç etme süreci farklı şekillerde gelişen bir süreçtir. Grup olarak göçmek, zorunlu göç, bireysel göç gibi durumlar söz konusu olabilir. Göç etmek sadece ekonomik olmak zorunda değildir. Siyasi sebepler, sosyal sebepler ve ya psikolojik sebepler de göç etmek için neden olabilir.

2010 yılında, dünya genelinde göçmen sayısı 214 milyon iken, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na göre 2016’da 244 milyon insan ülkelerinin dışında yaşamaktadır (BMNF, 2016).Göç edilen ülkelerde göçmenler daha çok onlar için ayrılmış kamp alanlarına yerleştirilirler. Buradaki nüfusun fazlalığı kişilerde sağlık problemlerinin görülmesine sebep olabilir. Bunun yanı sıra sosyal ve ekonomik problemler de baş gösterir. Ancak sosyal, ekonomik ve sağlık problemlerinin dışında daha olası bir problem ortaya çıkabilir ki bu da ruhsal problemlerdir.

Göç Ruh Sağlığını Nasıl Etkiler ?

Dünyadaki tüm mültecilerin %47’si, sığınmacı ve yerlerinden edilmiş kişilerdir ve bunların %50’sini kadın mülteci ve sığınmacılar, %44’ünü ise 18 yaş altı çocuklar oluşturmaktadır (Gögen 2011).Yaşanan süreçler stres yaratıcıdır ve sığınmacılarda özellikle ruh sağlığı problemlerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Ehntholt ve Yule 2006).

Sığınmacılarda ruhsal problemler sadece göç etmeye bağlı olmayabilir. Göç öncesi dönem de bu kişilerin ruhsal hallerine bakmak için önemli bir yordayıcıdır. Göç öncesi risk etmenleri olarak, kendi ülkelerindeki ekonomik, eğitim ve meslek durumunun olumsuz olması, siyasi durumlar, sosyal destek, roller ve sosyal ağın bozulması sıralanabilir (Kirmayer ve ark 2011). Bunlara bağlı olarak, birçok mülteci/sığınmacı, ülkesini terk etmeden önce tecavüz, işkence, savaş, tutukluluk, cinayet, fiziksel yaralanma soykırım gibi travmatik olayları yaşamakta ya da tanıklık etmektedir (Nicholl ve Thompson 2004).Bunların yanı sıra çocukluk yaşantıları, ruhsal problemlere yatkınlık, kişisel problemler, kişilik özellikleri de belirleyici olabilir.

Göç etme sırasında da yine benzer zorluklarla karşılaşabilirler. Göç süresi, mülteci kamplarındaki zorlu yaşam koşulları, şiddete maruz kalma, ailesinden uzaklaşma ve ya ailesini kaybetme, göç ettiklerindeki belirsizlik gibi durumlarda oldukça etkilidir. Göç edilen yaşın da ruhsal problem yaşama ihtimaliyle bağlantılı olduğu söylenebilir. Genç yaşta yapılan göçlerde kişiler daha kolay adapte olabilmesine rağmen kültürel yapı tamamlanmadan yeni bir kültüre adım atmış olmak da riski arttırabiliyor.

Göç sonrasında ise, göç veya mülteci statüsü hakkında belirsizlik, işsizlik ve istihdam edilememe, sosyal statü, aile ve sosyal destek kaybı, arkasında bıraktığı aile üyeleri ile ilgili endişenin yanı sıra yeniden bir araya gelmeye yönelik endişe, dil öğrenme, kültürel uyum ve uyum zorlukları (örneğin, cinsiyet rollerindeki değişim) ruh sağlığını olumsuz etkileyen diğer risk etmenleridir (Kirmayer ve ark 2011).Bunun yanı sıra yeni bir kültüre alışma çabası, dışlanma, algılanan ayrımcılık da ruhsal durumla ilişkilidir. Bu sebeple kendi etnik grubunun içinde yaşamak kişi için daha sağlıklı görünmektedir. Aynı kültüre sahip kişilerle yaşamak sosyal desteği, paylaşımı arttırıp yalnız kalma hissinden uzaklaştıracağı için kişi daha stabil bir ruh halinde olabilecek ve ya sahip olduğu ruh halini koruyabilecektir. Nitekim yapılan çalışmalarda, sığınmacı/ mültecilerde, göç öncesi travmalardan daha çok göç sonrası stres etmenlerinin ruh sağlığı üzerinde güçlü olumsuz etkisi olduğu aktarılmaktadır (Teodorescu ve ark 2012).

Tüm bu sebeplerin arasında en çok etkilendikleri durum göç sonrası durumdur. Göç sonrasında yeni bir ülkeye yeni bir kültürü öğrenme dönemi oldukça zorludur. Bunun yanı sıra kendini kabul ettirme çabası, dışlanmışlık hissi, iki kültür arasında kalmak, yeterli desteği görememek ruh halini oldukça etkilemektedir. Sığınmacıların göç ettikleri ülkelerin kültürünü edinmeye çalışmaları, bu sebeple kendi kültürlerinden uzaklaşmaları, kendi kültürlerini yaşayamamaları en çok strese yol açan sebeplerden biridir. Kültürleşme dediğimiz bu durum da yaşa göre değişkenlik göstermektedir. Kaplan ve Marks (1990) yeni kültüre ayak uyduran genç göçmenlerde depresyonun yüksek olduğunu bulurken, yüksek kültürleşmenin yaşlı göçmenleri depresyondan koruduğunu saptamışlardır.

Sığınmacı/mültecilerde ruhsal bozukluklar olarak bunaltı, depresyon, psikosomatik belirtiler, uyku düzensizliği, dikkat eksikliği, intihar, agorofobi ve travma sonrası stres bozukluğuna (TSSB) rastlanmaktadır (Buz 2008, Gündüz 2012, Warfa ve ark 2012, Lee ve ark 2012).Travma sonrası stres bozukluğunda uyku problemleri, olayla ilgili anıların sık sık hatırlanması, hatırlatıcı faktörlerden kaçınılması, agresyon, irkilme gibi belirtiler vardır. Bu belirtiler çoğunlukla travmanın yaşandığı günden sonra görülmeye başlanır ve genellikle birkaç hafta sürer. Ancak bu durum sığınmacılarda daha uzun, aylarca hatta yıllarca sürebilir.Özellikle göçten sonra hayallerindeki gibi bir kurtuluşla karşılaşmamaları,zor koşullarda yaşayıp yakınlarından ayrı kalmaları hayal kırıklığına hatta öfkeye yol açabilir.Böylece kişi depresyon ğyaşamaya açık hale gelir.İsteksizlik, durgunluk, düzensiz uykular,halsizlik,mutsuzluk,iştah kaybı gibi belirtiler görülebilir. Genellikle TSSB, depresyon ve kaygı bozuklukları ile bir arada bulunmaktadır (Ehntholt ve Yule 2006, Kirmayer ve ark 2011).

Yetişkin sığınmacılarda yapılan gözden geçirme çalışmalarında (6743 kişi) % 3 ile % 86 arasında TSSB, % 3 ile % 80 arasında major depresyon, % 4 yaygın bunaltı bozukluğu, % 2 psikotik bozukluk dikkati çekmektedir (Fazel ve ark 2005).Travmatik olayların etkisi uyum sistemlerinde ana rol oynamakta ve bu durum gelecekte eşlik eden hastalıkların sayısının ve travmatik olaylara yatkınlığın artmasına yol açmaktadır (Teodorescu ve ark 2012).

Göç için gelinen ülke ilk dönemler yabancı bir kesim olsa da yıllar geçtikçe daha tanıdık ve daha uyumlu sağlanmış bir hale gelinir.Bu sürede dil öğrenimi,yaşam koşulları artsa bile geri dönme isteği ile birlikte çaresizlik duygusu da artabilir. Yüksek stres puanları yeni gelinen yerde 3 yıl yaşadıktan sonra değişmektedir (Teodorescu ve ark 2012). Dolayısıyla mültecilerin uyum sağlaması için göç ettikleri ülkede 3 yıl geçirmesi önemli bir durum diyebiliriz.

Göçün etkileri cinsiyet üzerinde de farklılık gösterebilir. Kadın ve erkekler göç etmeye ve göçün etkilerine farklı şekilde karşı koyabilir farklı baş etme yöntemleri geliştirebilirler. Kadınlar erkeklere oranla daha fazla psikolojik sıkıntı yaşamaktadır ve bunlar bedensel sıkıntılar olarak kendini göstermektedir. Sırt ağrısı, kalp çarpıntısı, titreme, boğulma hissi gibi belirtiler görülmektedir. Erkeklerde ise daha fazla ayrı kalmanın verdiği bunalımlar görülmektedir. Bunun yanı sıra erkeklerde isteksizlik, umutsuzluk, erkeklik algılarında bozulmalar görülmektedir. Yine kadınların erkekler ile karşılaştırıldığında daha fazla duygusal patlama, cinsel ilgi kaybı, ağlama, baygınlık ve kolayca ürkme gösterdiği belirtilmektedir (Renner ve Salem 2009). Cinsiyetler arası bu farklılıktan dolayı tedavi yöntemleri ve müdahaleler de değişiklik göstermektedir. Erkeklerin gelen yardımları kabul etmede daha isteksizler ve yaşadıkları ekonomik zorlukların altında daha fazla ezilmektedirler. Ayrıca destek veren kişilerden de şüphelenmekte ve güven problemi yaşamaktadırlar. Bu nedenle tedavi gören erkeklerin tedavi sürelerinin daha uzun olduğu belirtilmektedir (Lee ve ark 2012). Sonuç olarak kadınlar erkeklere oranla göç etmekten daha fazla etkilenmelerine rağmen adapte olmaları daha kolay ve psikolojik problemlerle baş etmeleri daha olasıdır. Ancak erkeklerde bu durum daha uzun sürmekte bu yüzden alacakları tedavi de daha uzun sürecektir.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)