Bağımlılık
Lacan’a göre insan eksik doğar. Hem bedensel hem ruhsal anlamda bütünlüğü sonradan kurar; aynada kendini bir bütün olarak gördüğünde, aslında olmayan bir bütünlüğü kurgular. Bu nedenle Lacan, eksikliği insanın yapısal bir özelliği olarak tanımlar: Eksiklik bir arıza değil, öznenin ta kendisidir. Arzu ise bu eksikliğin motorudur. İnsan hep bir şey ister, çünkü hiçbir şey onu tamamen doyurmaz. Ancak insan ne istediğini de tam olarak bilemez. Arzu, daima başka bir arzuya yönelir — Öteki’nin ne istediğini anlamaya, Öteki’ni tatmin etmeye, Öteki’nin bakışında bir değer bulmaya çalışır.
İşte bağımlılık tam burada devreye girer: Özne, kendi eksikliğiyle baş edemediğinde, onu dolduracak bir nesne arar. Bu madde olabilir, bir davranış olabilir, bir kişi olabilir. Ancak ne olursa olsun, o şey bir “yama” işlevi görür. Eksikliği geçici olarak kapatır ama onu dönüştürmez. Böylece bağımlı, aynı döngüyü tekrar eder: tatmin, boşluk, tekrar arzu, tekrar yönelme…
Bağımlılığı bu yapısal çerçevede ele almak, onu kişisel zayıflık ya da ahlaki bir eksiklik gibi görmekten kurtarır. Bu bakış, bağımlı bireye “Neden böyleyim?” sorusunu sorarken yeni bir alan açar: “Eksikliğim nerede? Arzum neyi hedefliyor? Kimin bakışıyla değer kazanıyorum?” Bağımlılık sadece bir davranışın tekrarından ibaret değildir; aynı zamanda o davranışı anlamlandırma biçimidir. Bu anlamlandırma ise dile döküldüğünde şekillenir. Lacan’ın ünlü formülüne göre, “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır.”
Yani kişi farkında olmadan kendini belli bir anlatı içinde kurar: “Onsuz yapamıyorum.”, “Hayatımı düzene koyduğum tek şey o.”, “Beni en azından o an mutlu ediyor.” gibi ifadeler, bağımlılığın özneyi nasıl yapılandırdığını gösterir.
Bu anlatılar, çoğu zaman bağımlılığı sürdürür. Çünkü özne, o maddeyle, kişiyle ya da davranışla kurduğu ilişki üzerinden kendi eksikliğini tanımlar ve onu belli bir anlatı içine sabitler. Bu sabitlikte bir tür güvenlik vardır: “Ben kim olduğumu biliyorum, çünkü bu şeyle olan ilişkim beni tanımlıyor.” Ancak anlatının dönüştürülmesi mümkündür. Klinik çalışmada ya da kişisel farkındalık sürecinde kişi, kendi anlattığı hikâyeye başka bir yerden bakmayı öğrenebilir.
“Onsuz yapamıyorum” cümlesi zamanla “Onsuz kalamıyor gibi hissettiğim yer neydi?” sorusuna evrilebilir. Bu değişim, davranışı değil; arzunun yönünü hedefler.
Lacan’ın analizde yaptığı tam olarak budur: kişinin anlatısını başka bir özneyle — analist ya da dikkatle dinleyen bir başkasıyla — yeniden kurmasına alan açmak. Anlatı çözülür, yeniden örülür; eksik başka bir şekilde kabul edilir.
Bağımlılıkla mücadele tam da bu yeni anlam üretme alanında başlar. Bağımlılık, yalnızca bir hastalık ya da irade zaafı değil; öznenin kendini yapılandırma biçimlerinden biridir. Eksiklikle başa çıkma çabası, arzunun yönünü belirleme stratejisi ve dilin içinde kurulan bir anlatıdır. Bağımlılık bir semptomdur; susturulmaya değil, dinlenmeye ihtiyaç duyar.
Bu nedenle bağımlılıkla mücadele, sadece onu bastırmak ya da ortadan kaldırmakla değil; onun özne için neyi temsil ettiğini çözümlemekle mümkün olur. “Onsuz yapamam” cümlesinin ardında yatan hikâyeyi duymadan, neyin eksik olduğunu ve o eksikliğin nasıl taşındığını anlamadan bağımlılığı gerçekten anlamak imkânsızdır.
Yazının başında söylediğimiz gibi: Bağımlılık, eksik kalanın çığlığıdır. Ve o çığlık, ancak duyulduğunda dinmeye başlar.
Bu makalenin DoktorTakvimi web sitesinde yayımlanması, yazarın açık izniyle yapılmaktadır. Web sitesindeki tüm içerikler, fikri ve sınai mülkiyet mevzuatı kapsamında uygun şekilde korunmaktadır.
DocPlanner Teknoloji A.Ş. web sitesi tıbbi tavsiye sunmaz. Bu sayfanın içeriği, metinler, grafikler, görseller ve diğer materyaller de dahil olmak üzere, yalnızca bilgilendirme amacıyla oluşturulmuştur ve tıbbi tavsiye, teşhis veya tedavinin yerini almak amacı taşımaz. Herhangi bir sağlık sorununuzla ilgili şüpheniz varsa, bir uzmana danışınız.